“İlahi mahkeme” adında sade ve derin bir
meseli hatırladım bugün yine…
Bir kavramı tefekkür ederken derinliğine, benzerleri
düşer zihnime, koyarım hepsini kalbime, harmanlandıkça içimde, açılsın gizli anlamları gül bahçesine.
Mahkeme...Hüküm...Tahakküm...Mahkum...Hakem...
Muhakeme...Hakim...Hekim...Hikmet
Muhakeme...Hakim...Hekim...Hikmet
h-k-m kökünden
gelen ve anlam açısından sıkı ilişkileri olan kelimelerdir ve hepsinde “doğruyu
eğriden ayırt edebilme, kötülüğün engellenmesi ve iyiliğin elde edilmesi, mevcudatın
hakikatına vakıf olma, sıradan insanlardan daha derin bir bilgiye sahip olma, bu
bilgisi ile iş görebilme” gibi anlamlar saklıdır.
Hkm kökenli
kelimeler 'batıl'ın zıddı olarak tarif edilen Hakk kökünden türemiştir ki, Hakikat’e
uygunluk içerir.
İLAHİ MAHKEME
Bir adam ölmüş ve öbür dünyada yargılanmak üzere sırasını bekliyormuş. Sıra kendisine gelip mahkeme salonuna girdiğinde bir de ne görsün?
Yargıç kürsüsünde bir insan oturuyor.
Tanık sandalyesinde ise Tanrı yerini almış.
Adam şaşkın,
“Aman Tanrım, bu nasıl oluyor? Beni senin yargılayacağını sanmıştım. Oysa orada hakim olarak bir insan oturuyor.”
Tanrı gülümsemiş,
“Ben hiçbir zaman sizi yargılamadım. Sonsuz sevgimle, ne yapmayı seçtiyseniz, sizi seçiminizde özgür bıraktım. Bana yargılamak değil, sevmek yakışır. Çünkü ben saf sevgiyim. Sizi kendimden yarattığım için sizi yargılamak kendimi yargılamak olur. Ayrıca benim yargılamama ne gerek var ki? Her şeyi bilen ben sadece burada tanıklık ediyorum. Dünyada olduğu gibi burada da insanlar tarafından yargılanıyorsunuz. Birazdan salonu hayattayken, senin zarar verdiğin, hoşgörülü davranmadığın, yargıladığın, kalplerini kırdığın insanlar dolduracak. Onlara kendini affettirmeye çalış. Onlar seni affederse ne ala. Çünkü cennetin yolu onların affından geçiyor.” demiş.
Adam merakla sormuş: “Peki ya affetmezlerse ne olacak?
”Tanrı yine sevgiyle gülümsemiş,
“Ben cenneti de, cehennemi de yeryüzünde yarattım. Seni tekrar yeryüzüne göndereceğim. Orada öyle bir yaşam süreceksin ki, tüm yaptığın kötülükler, verdiğin zararlar sana aynen yaşatılacak. Yani ettiğini bulacaksın. Ama bunun amacı sana ceza vermek değil. Sadece o insanların hissettiklerini bizzat yaşayıp anlaman, yaptığın kötülüklerin bilincine varman. İşte o zaman sen kendini affetmiş olacaksın.”
Adam bir süre düşünmüş, “Peki, cennet nasıl bir yer?” diye sormuş Tanrı’ya.
“Cennet, bir yer değil, bir bilinç düzeyidir evladım. Dünyada mutlu, huzur ve sevgi dolu, insanlara destek olmaktan haz duyan, yarattığım canlı ve cansız her varlığa saygı göstermeyi bilen insanlar var ya, işte onlar, dünyada cenneti yeniden yaratmaları için geri gönderdiğim cennetliklerdir. Cennet de dünyadan başka yerde değil.” demiş Tanrı.
“Ama kutsal kitap bana öyle öğretmedi.” diye karşı çıkmış adam.
“Kutsal olan tek şey yaşamdır. Ben o kitapları kutsal kılmadım. Siz kıldınız. Her şeye sevgi ile bakmasını bilerek yaşayan insan, en büyük ibadeti yapandır.” demiş Tanrı.
“Peki dünyaya döndüğümde doğru yolu görmemde yardımcı olacak mısın?” diye sormuş adam.
“Ben bunun için siz insanların içine “vicdan” denen bir pusula koydum. Eğer bu pusulanın etrafına ördüğünüz kalın bencillik duvarlarını yıkarsanız, vicdanınızın yani benim sesimi kolaylıkla işitebilirsiniz.”
“Peki biz insanlara ne kadar yakında bulunuyorsun?” diye sormuş adam.
“Hem size şah damarınızdan daha yakınım, hem de düşman olduğunuz kadar sizden uzağım.” demiş Tanrı. “Çünkü düşmanlarınız da Ben’im. Siz de Ben’im.”
"Yani mahkeme salonunda insanlara hiç mi hesap sormuyorsun Tanrı’m?”
“Sadece iki sorum oluyor tüm insanlara.” diye gülmüş Tanrı.
“Dünya okulunda ne kadar sevmeyi öğrendiniz? Ne kadar bilgi kazandınız?”
Bir adam ölmüş ve öbür dünyada yargılanmak üzere sırasını bekliyormuş. Sıra kendisine gelip mahkeme salonuna girdiğinde bir de ne görsün?
Yargıç kürsüsünde bir insan oturuyor.
Tanık sandalyesinde ise Tanrı yerini almış.
Adam şaşkın,
“Aman Tanrım, bu nasıl oluyor? Beni senin yargılayacağını sanmıştım. Oysa orada hakim olarak bir insan oturuyor.”
Tanrı gülümsemiş,
“Ben hiçbir zaman sizi yargılamadım. Sonsuz sevgimle, ne yapmayı seçtiyseniz, sizi seçiminizde özgür bıraktım. Bana yargılamak değil, sevmek yakışır. Çünkü ben saf sevgiyim. Sizi kendimden yarattığım için sizi yargılamak kendimi yargılamak olur. Ayrıca benim yargılamama ne gerek var ki? Her şeyi bilen ben sadece burada tanıklık ediyorum. Dünyada olduğu gibi burada da insanlar tarafından yargılanıyorsunuz. Birazdan salonu hayattayken, senin zarar verdiğin, hoşgörülü davranmadığın, yargıladığın, kalplerini kırdığın insanlar dolduracak. Onlara kendini affettirmeye çalış. Onlar seni affederse ne ala. Çünkü cennetin yolu onların affından geçiyor.” demiş.
Adam merakla sormuş: “Peki ya affetmezlerse ne olacak?
”Tanrı yine sevgiyle gülümsemiş,
“Ben cenneti de, cehennemi de yeryüzünde yarattım. Seni tekrar yeryüzüne göndereceğim. Orada öyle bir yaşam süreceksin ki, tüm yaptığın kötülükler, verdiğin zararlar sana aynen yaşatılacak. Yani ettiğini bulacaksın. Ama bunun amacı sana ceza vermek değil. Sadece o insanların hissettiklerini bizzat yaşayıp anlaman, yaptığın kötülüklerin bilincine varman. İşte o zaman sen kendini affetmiş olacaksın.”
Adam bir süre düşünmüş, “Peki, cennet nasıl bir yer?” diye sormuş Tanrı’ya.
“Cennet, bir yer değil, bir bilinç düzeyidir evladım. Dünyada mutlu, huzur ve sevgi dolu, insanlara destek olmaktan haz duyan, yarattığım canlı ve cansız her varlığa saygı göstermeyi bilen insanlar var ya, işte onlar, dünyada cenneti yeniden yaratmaları için geri gönderdiğim cennetliklerdir. Cennet de dünyadan başka yerde değil.” demiş Tanrı.
“Ama kutsal kitap bana öyle öğretmedi.” diye karşı çıkmış adam.
“Kutsal olan tek şey yaşamdır. Ben o kitapları kutsal kılmadım. Siz kıldınız. Her şeye sevgi ile bakmasını bilerek yaşayan insan, en büyük ibadeti yapandır.” demiş Tanrı.
“Peki dünyaya döndüğümde doğru yolu görmemde yardımcı olacak mısın?” diye sormuş adam.
“Ben bunun için siz insanların içine “vicdan” denen bir pusula koydum. Eğer bu pusulanın etrafına ördüğünüz kalın bencillik duvarlarını yıkarsanız, vicdanınızın yani benim sesimi kolaylıkla işitebilirsiniz.”
“Peki biz insanlara ne kadar yakında bulunuyorsun?” diye sormuş adam.
“Hem size şah damarınızdan daha yakınım, hem de düşman olduğunuz kadar sizden uzağım.” demiş Tanrı. “Çünkü düşmanlarınız da Ben’im. Siz de Ben’im.”
"Yani mahkeme salonunda insanlara hiç mi hesap sormuyorsun Tanrı’m?”
“Sadece iki sorum oluyor tüm insanlara.” diye gülmüş Tanrı.
“Dünya okulunda ne kadar sevmeyi öğrendiniz? Ne kadar bilgi kazandınız?”
SÖZÜN ÖZÜ :
Zihin ateş
gibidir, özü kalbe bağlanıp doğası gereği göğe yöneldiğinde aydınlatır, paylaşıldıkça kendinden kaybetmeden çoğalır,
Bencil arzularla
körüklendiğinde ise yakıp kavurur. İnsanı harap eder, yeryüzünü de cehenneme çevirir.
Kendi hakkımızı
ararken diğerlerinin hakkını da koruyalım, Hakk’tan uzaklaşmayalım,
Başkalarına
haddini bildirme taşkınlığına kapılmadan, önce kendi Haddimizi bilelim,
Akıl gözünün
karşıtlar (tez-antitez) ile çalıştığını unutmadan,
İkileyen şaşı
gözden, gönül gözüne, Birlik özüne geçebilmek için yaşayalım,
Akıl
yürütürken teraziye kalbi (gönül, fuad) koyarak,
Bilincimizdeki
(nefs) sırat köprüsünde dengeyi bulalım,
Yaşamdaki dar
yolumuzu “Aşk ve ilim” ile doğru
istikamete (sırat'ül müstakim) çevirelim de, nasibimizde Hikmet yolunda tekamül etmek
olsun.
İbn Arabi “Hikmette
son nokta” (El-Bulga Fi’l Hikmeh) adlı büyük eserinde der ki :
“Bil ki: Hayat önce kalpte başlar, sonra onun
aracılığıyla beyine sirayet eder.”
“Canlı
varlığın bedeninde kalp ne ise alemde de Güneş o konumdadır.”
“Halil gibi
ateşe girmedikçe Hızır gibi hayat suyuna ulaşamazsın.”
ve büyük
filozof Ebu Ali Hüseyin b. Abdullah b. Sina’dan bir alıntı yapar:
“Nefsi
ilimlerle süsle ki yükselesin,
Her şeyin
evi olan küllü göresin
Nefis
kandildir, akıl ise ateştir
ve Allah'ın hikmeti de yağdır
Aydınlandığı
zaman bil ki yaşıyorsun
Sönüp
karardığında ölüsün artık."