#ışık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
#ışık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Ağustos 2024 Pazartesi

Halleşme, Helalleşme ve HemHal OLma Dolunayı 19.08.2024

Dolunayın Daniskası* 
Nedir insanın vesikası** ? 
Dandini dandini dastana 

Destan...Destina 
Ninnini dinle ve mırıldan
Ruhunun göklerden inerken
Mühürlediği Ahiti hatırla ve OKU ! 
Özgür İraden kalemindir 
Kelam et ! Keramet! Kıyam et ! 
SadalSuud Ruhun senden Mesud ⭐️


SELAM,
Bir gün, ibadetimden dönerken bir hâl yaşadım. Adeta elim ayağım kesildi. Yolda giden bütün insanları sevmeye başladım. Araba ile ağır ağır gidiyorduk. İnsanlara karşı sevgi ve şefkat damarım kabardı, hepsine sevgi duyarak bakmaya başladım. O sevgi duyduğum insanların bir çoğu, sevgimi hissetmiş gibi, yanımızdan geçerken bana dikkatle baktılar. Sonra, arabadan inip caddede yürümeye başladığımda, aynı hâl devam etti.

Yolda herkesi seve seve gidiyordum. Sevgimi duyanlar, bir bir gözüme bakarak geçiyorlardı. Hâl böyle devam ederken, bir süre sonra insanlar bana selâm vermeye başladı. Neden selâm verdiklerini bilmiyorlardı.
Peki, onlar bilmeden bakıyorsa, bilen kim? Farkında olan, sevgimizi duyan kim?
Selâmlaşa selâmlaşa gideceğim yere vardım. Kimleri gördün, kimleri tanıdın derseniz, ben, 
BİRİ HARİÇ HİÇ KİMSEYİ TANIYAMADIM ...

Sevgi arttıkça yakınlık artar. O kadar artar ki, âşık sevdiği insanda var olur, yani kendini o zanneder. Birbirini çok seven insanlar, farkında olmadan birbirlerine benzerler. Huyları, hareketleri benzer, aynı hisleri aynı anda duyarlar. Sanki birbirlerinin kopyası olurlar. Zahirî aşkı çok artan insan, biraz idrak ve bilgi sahibi olursa, ilâhî aşkı tanır. Çiçekleri, kuşları, dağları sever, onları yaratanı arar. Gökyüzüne bakar, hayran kalır. Yıldızlar ona dost, ay sırdaş olur. Gece mehtapta meşk eder. Kimi, güneşin doğuşuna; kimi, batışına âşık olur. 

Sev, bilinçle âşık ol da, neye olursan ol. Aşkın doruk noktasına eriştiğin zaman bir şeyi unutma! Hak için sevmiyorsan, aşkın devamlı olamaz. Şayet birini Hak için seversen, aşkına Allah ortak olur; ama bu ortak oluş, aralarına giren üçüncü bir varlık gibi değildir. Allah da onların arasında kendinden kendini seyreder, kendinden kendine hayran olur, kendinden kendini sever. Allah’ın en büyük hayranlığı, kendisinedir. Allah, en çok kendini bilmek istiyor. Kendini bilmek isteyen Allah, insanı ve kâinatı muhabbetinden yarattı. Kâinatı, aşk, cazibe ve cezbe ile döndürmektedir...

İnsanların ruhu, aslına hasret duyar. İşte, aşkın sırrı budur!
Allah: "Bilinmek istedim ve insanı yarattım. Ona, ruhumdan üfledim!" demiş. Onun için, insanın özünde hasret vardır. Her şey aslına kavuşmak ister. İnsan da, kendi aslı olan Yaradan'ına kavuşmak istiyor.
Bir yüzde yüz bulursan, bin yüzde kendini görmüş olursun. O yüz seni doğurmuş olur, sana ana olur. O yüze öyle bir bak ki, o yüzde kendinden geç, kaybol ve aslını bul. 
Bu,senin manevî doğuşundur. Bu ikinci doğuşu yaptıktan sonra, hep diri kalırsın. İnsanda ve eşyada kendini seyredersin. Yani, aslının yansımasını görürsün. Bu, Hakk'ın görüntüsüdür. Sana yüz vereni, seni gönlünden doğuranı hiç unutma !

-Alıntıdır- 

Daniska = En iyisi, en alası, en güzeli 
Vesika = Onay belgesi, ahd


Can Ruh Kadim Dost Sevgili Şükriye Oylupınara canı gönülden destek OLa <3





4 Nisan 2023 Salı

HAYAT AĞACI ( WU CHI / HİÇLİK MAKAMI , SONSUZ ENERJI)

HAYAT AĞACI

Görün ki, bütün oluşacaklar oluşmadan ve yaratılanlar yaratılmadan önce
Üst Işık tüm var oluşu doldurmuştu.
Ve, boş bir atmosfer, çukur ya da kuyu gibi hiçbir bir boşluk yoktu,
Ancak hepsi basit ve sınırsız bir ışıkla doldurulmuştu.
Baş ya da kuyruk gibi bir kısım yoktu,
Ancak her şey, basit, yumuşak ışıktı,
Pürüzsüz ve eşit bir şekilde dengeli,
Ve onun adı Sonsuz Işık’tı.
Ve O’nun iradesine sadece dünyayı yaratma ve
Oluşanların oluşması arzusu geldiğinde,
Dünyaların yaratılış sebebi,
O’nun eylemlerinin, isimlerinin ve unvanlarının mükemmelliğini
Aydınlığa çıkarmaktı,
Ondan sonra O, Kendini ortada,
Tam olarak merkezde sınırladı,
Işığı sınırladı,
Ve Işık, O orta noktanın etrafından
En uzak kenarlara çekildi.
Ve orada boş bir alan kaldı,
Orta noktada dönen bir boşluk.
Ve boş noktanın etrafında
Sınırlama öyle tekleşti ki
Boşluk onun etrafında
Pürüzsüz bir daire çizdi
Orada, sınırlamadan sonra,
Bir boşluk ve alan oluşturduktan sonra
Sonsuz Işık’ın tam olarak ortasında
Bir yer oluşturuldu,
Oluşanların ve yaratılanların yaşayabileceği bir yer.
Sonra, Sonsuz Işık’tan bir çizgi aşağı sallandı,
O alanın içine, aşağı indirildi.
Ve bu çizgi aracılığıyla O, oluşturdu, yarattı, şekil verdi,
Ve tüm dünyaları yarattı.
Bu dört dünya var olmadan önce
Akıl almaz gizli teklikte bir sonsuzluk, bir isim vardı.
Ve hatta O’na en yakın olan açılarda,
Sonsuzlukta hiç bir güç ve edinim yoktur
Çünkü O’nu algılayabilecek akıl yoktur,
Zira O’nun yeri, sınırı, ismi yoktur.

ARİ, Büyük 16.yy Kabalisti



Gustav Klimt’in “Hayat Ağacı” adlı eseri


#chi #enerji #taichi #qigong #wuchi #hiçlik #tao #dao #Evren #kozmikrahim #womb #sonsuz #ışık #nur #aura #frekans #titreşim #kozmogenesis #dogum #nefes #zihin #hareketlimeditasyon #enerjidansi #taoistyoga

25 Ağustos 2017 Cuma

BÜYÜCÜNÜN YOLU (OKYANUSTA BİR DAMLA)

Bir sabah Arthur, hasır yatağından kalktığında, Merlin'in karşıdaki mağaradan baktığını gördü.
“Kötü bir rüya gördüm” diye mırıldandı Arthur. "Dünyada bir tek ben kalmıştım. Benden başka kimsenin olmadığı ormanlarda ve yollarda dolaşıyordum."

“Rüya mı?” dedi Merlin. “O bir rüya değildi. Sen gerçekten de dünyadaki son insansın.”
“Ama bu nasıl olur?” diye sordu Arthur.
“Dünyadaki tek insanın, en son insan olduğunda da hem fikiriz değil mi?”
“Evet.”
“O zaman, insanların gelecekte ego dedikleri sana ait ben imajı'ndan bakarsak teksin.”
“Bunu nasıl söyleyebilirsin? Sen ve ben burada birlikteyiz, değil mi? Ve binlerce insanın yaşadığı köy ve kasabalardan geçtik.”
Merlin başını salladı. “Kendine dikkatlice bakarsan nesin ki? Deneyimlerini sürekli anılara dönüştüren bir yaratıksın.” “Ben” dediğinde, kendine özel geçmişini kimsenin paylaşamayacağı bir deneyimler yığınından bahsediyorsun.
“Anılar kadar özel bir şey olamaz. Sen ve ben birlikte yürüsek de, ayrı yollardan yürüdük. Bir çiçeğe seninle aynı deneyimi paylaşarak bakamam. Tek bir gözyaşı ve gülüş bile gerçekten bir başkasına verilemez.”

Merlin konuşmayı bitirdiğinde Arthur hüzünlü bir şekilde baktı ve "Sanki herkes yapayalnızmış gibi konuştun" dedi.
“Ben değil” diye yanıtladı Merlin. “Ego’dur seni yalnız kılan. Seni, kimsenin giremeyeceği bir dünyaya bağlar. Öğrencisinin endişelendiğini görünce sesini yumuşattı. Ama gene de ego bir kenara bırakılabilir. Benimle gel. Kalktı ve çocuğu mağaranın dışına, hala yıldızlarla dolu alacakaranlığa çıkardı.
“Sence şu yıldız ne kadar uzaklıktadır”? dedi Sirius yıldızını göstererek. Yazın ortaları olduğundan Sirius parlak bir şekilde ufukta belirmişti.
Bilmiyorum. “Ölçebileceğimden veya hayal edebileceğimden daha uzaktır herhalde” diye yanıtladı Arthur.
Merlin başını salladı. “Uzaklık yok. Şunu düşün: Yıldızı görmen için ışığının gözüne girmesi lazım, değil mi? Işıklar, görünmez bir köprü varmış gibi sürekli buradan oraya akıp dururlar. Yıldız, ışıktan başka nedir ki? Eğer ışık hem orada, hem burada, hem de aradaki köprüde ise, seninle yıldız arasında ayrılık yok demektir. Her ikiniz de tek bir ışık alanının parçalarısınız.”

“Ama çok uzakta görünüyor. Nihayetinde onu gökyüzünden sökemem” diye karşı çıktı Arthur.

Merlin omuz silkti. “Ayrılık yalnızca bir yanılsamadır. Benden ve diğer insanlardan ayrısın çünkü egon, hepimizin yalnız ve soyutlanmış olduğu görüşünü benimsemiş durumda. Ama seni temin ederim ki eğer ego’yu bir kenara bırakırsan, hepimizin sınırsız bir ışık alanı olan bilinçle çevrelendiğini göreceksin.  Her düşüncen, bedenindeki hücrelerle birlikte, engin bir ışık okyanusundan çıkıp tekrar ona döner. Var olan her şeyin arkasındaki görünmez köprü olan bu bilinç alanı her yerdedir.”
“Yani diğer insanlara da ait olmayan hiçbir şeyin yoktur; ego'nun zannettiklerinin dışında. Senin yapacağın ego'yu aşmak ve bu evrensel bilinç okyanusuna dalmaktır.”

Arthur düşünceli bir şekilde baktı. “Söylediklerini düşünmem gerekecek.”

“Pekiyi, sen düşün” dedi Merlin esneyerek. “Benim uykum var.” Büyücü ılık ve
rahat mağaraya girmek üzere döndü.

Ego, deneyimleri seçme ve geri çevirme görevini üstlenmiştir. Sonuç olarak, reddettiği şeylerle arasında bir boşluk yarattığından dolayı soyutlanmaya neden olur. Siz ve reddettiğiniz şey arasında uçurum vardır. Sizinle benim aramda da uçurum var çünkü aynı deneyimleri yaşamamayı seçtik; ego'larımız ayrı.

Aslında, aynı şeyleri paylaşmanın tam anlamıyla mümkün olabileceğini düşünmeyiz. Ne ben sizin duygularınızı, korkularınızı, arzularınızı, hayallerinizi paylaşabilirim, ne de siz benimkileri. Yapabileceğimiz en iyi şey iletişim köprüleri kurmaktır ki genelde bunlar pek dayanıklı olmazlar. Doğumunuzdan itibaren en kişisel şeyleriniz, anılarınız, deneyimleriniz sizi yalnızlığa ve soyutlanmaya iter.

Ancak majisyen hiçbir zaman soyutlanmamıştır çünkü ego, onun dünyaya bakışını etkilemez. Ego ile, kişisel, paylaşılamaz benlik duygusu kastediliyor. Merlin bir keresinde Arthur'a "Becerebilirsen beni unutmaya çalış" dedi.

“Ne?” dedi Arthur şaşırmış bir halde. “Seni hiçbir zaman unutamam; ve unutmak da istemiyorum.” Merlin'in bir şekilde kendisini istemediğini düşünerek endişelendi. “Beni unutmak mı istiyorsun? diye sordu.”

“Ah, elbette” diye yanıtladı Merlin. “Görüyorsun ya, dost olmamızı istiyorum. Seni anımsadığımda aklıma ne gelir? Gerçek sen değil, ölü bir imaj. İşte hafıza bundan ibarettir; bir zamanlar yaşayan şey, ölü bir imaja dönüşür. Eğer seni her gün unutabilirsem, ertesi gün yeni bir sen  görmek üzere uyanırım. İmajlardan sıyrılmış gerçek seni görürüm.”

Ego'yu bir kenara bırakmak demek, anıları bir kenara bırakmak demektir. Bu gerçekleştirildiğinde, insanlar artık soyutlanmazlar. Kişisel zihnimiz, dünyaya gözetleme deliğinden bakıyor gibi farkındalığımızı sınırlar. Majisyenin dünyasında herkes aynı evrensel bilinci paylaşır. Bu bilinç, hep akış halindedir ve tüm düşünceleri, tüm duyguları, tüm deneyimleri bağrına basar. “Bir kişi olduğun sürece" diye tembihledi Merlin, "okyanusta bir damla gibisin. Evrensel bilincin parçası olduğunda ise tüm okyanussun.”

“Bir damla, okyanusta eriyip yok olmaz mı?” diye sordu Arthur.
“Hayır; bir  birey, bilinç okyanusunun deneyiminde bile kaybolmaz” diye Arthur 'u temin etti. Aynı anda hem kendin, hem de her şey olabilirsin. Bu, gizemli gelebilir ama böyledir."

Hepimiz bizi tanımladığından dolayı anılara tutunuruz. Ama ayrılık ve soyutlanmaya bir son vermek istiyorsanız, anıların sahte olduğunu görmeye niyetli olmanız gerekir. İyi bildiğiniz birini ele alalım; kocanız veya karınız, bir arkadaş veya kardeş. Onu zihninizde canlandırın ve bu kişi hakkında gerçekten neleri bildiğinizi sorun kendinize. Göz rengi, kilo, meslek ve adres gibi önemsiz şeyleri eleyin. Bunların yerine en kişisel özellikleri, hoşa giden ve gitmeyen şeyleri,  en canlı anılarınızı ve ilişkilerinizi düşünün.

Bu çalışmayı bitirdiğinizde, bu kişinin doğru bir portresini çizdiğinizi zannedebilirsiniz. Ancak anımsadığınız her şey hafızanızdan gelir, bu yüzden de açıklamanız sizin kişisel bakış açınızdır. Aynı kişi, başka bir bakış açısından tamamen farklı olarak tasvir edilebilir. Sizin hoşunuza giden bir şeyden başkaları hoşlanmayabilir, sizin için anmaya değer bir şeyi başkası tamamen unutabilir.

Tanımlamanızdaki her şeyin göreli olduğunu anlamak için çok uzağa gitmenize gerek yok. Sizin uzununuz bir başkasının kısası veya vasatı olabilir. Ağır, hafif olarak görülebilir, açık tenli koyu, dostluk düşmanlık olarak, vs. algılanabilir. Aslında kişiyi değil, kendi bakış açınızı tanımlıyorsunuz.

Dahası bu kişiyle yaşadığınız deneyimlerin sadece size ait olması, tanımlamalarınızı daha da size özel kılıyor. Eğer bir başkası hakkında bildiğinizi sandığınız her şey dolaylı olarak sizinle ilgili ise, hafızanın soyutlamaya yaradığı ortadadır. Kimsenin giremeyeceği izolasyon kabukları yaratarak, tamamen olmasa da, dünyayı kendi kişisel görüşümüze göre parçalara ayırırız.

Bakış açımız tamamen göreli olduğundan, gerçek olduğu söylenemez. Gerçek, bir bakış açısına dayalı değildir; o yalnızca vardır. Çoğumuz, kendi özel dünyalarımızda yaşarız ve gerçekle pek temasa geçmeyiz. Duyular yanılsamada yaşar; büyücü ise gerçekte yaşar. Gerçeğin temel doğasını keşfetmek için anılar perdesinin ardına bakmak gerekir.

Dr. DEEPAK CHOPRA
Büyücünün Yolu


1 Ekim 2015 Perşembe

Sevginin yeni dilini keşfetmeli...

Geçiş hallerindeki bir dünyasal zamandayız...
Kaosun arttığı, net görüşün azaldığı, her şeyin hızlıca belirip aniden kaybolduğu, zamanın sular seller gibi daha hızlı aktığı, nehrin iki yakasını birleştirmenin geriliminin arttığı bir dönemde yaşıyoruz.

Her planda açlık artıyor. Fiziksel, enerjetik, duygusal, düşünsel yoksunluk var, düşkünlük var.
Açlık nedeniyle bulduğumuzu koparıp alma içgüdülerine kapılabiliyoruz, neyi içimize aldığımızı fazla sorgulamadan, içimize aldığımızı sindirip kendimize katmadan tüketiyoruz...

Teknolojik imkanlar ile sürekli iletişiyoruz, iletişimsizlikten yakınıyoruz, yalnızlık çekiyoruz...
Bilgi bolluğu içindeyiz, okunacak çok şey arasında kayboluyoruz, bilgileri hayata geçirmekte zorlanıyoruz. Nasıl düşüneceğimizi, ne hissedeceğimizi belirlemekte, seçimler yapmakta zorlanıyoruz.

Enerjimizdeki değişimleri hissediyoruz, kendimizin ve bütünün yararına nasıl kullanacağımızı kestiremiyoruz. Binlerce yıldır insanlığa benzer durumlarda yol göstermiş kadim öğretilerle ve onları takip eden örneklerle doğru kavuşmalar yaşayana dek farklı türde bedeller ödüyoruz.
Fiziksel yaşantımız için gereksinimlerimizden fazlası bin bir çeşitlilikte bize satılmaya çalışılıyor, üretmekten, yaratıcılığımızı kullanmaktan vazgeçip, konformizm ve materyalizmin tüketim ağına düşüveriyoruz.
Değerlerin alt-üst olduğu, madde ve ruh arasında gel-gitler yaşamaktan yorulduğumuz, anlamsızlığa, tatminsizliğe düştüğümüz hallerin içinden geçiyoruz...

Aklımıza, duygularımıza, enerjimize mukayyet olmanın zorlandığı şartlar içinde, bizi doğrultacak doğru bilgilerle ve bunları paylaşabileceğimiz doğru ve iyi insanlarla karşılaşmanın "şanslı tesadüfler"e bağlı olduğu, yaşamı sürdürme mücadelesi verirken, erdemli ve ahlaklı olmakta, farkındalığımızı yüksek tutmakta zorlandığımız dönemlerdeyiz...

Bir çember düşünün, merkezi özünüz, ruhunuz, kalbiniz...
Çemberin içi siz, beninizin halleri, düşünceleriniz, duygularınız ve iç hayatınız...Çemberin dışı da dış hayatınız. Dışarıdaki güçlerin çağrılarına, kışkırtmalarına kapılıp merkezimizden uzaklaştığımızda o etkilerin çekimine kapılıyoruz, merkezkaç kuvvetinin etkisi artıyor. Kendimizi gerçekleştirdiğimiz bir hayat sürmeye zorlanıyoruz, kendi düşüncelerimizin, kalbimizin, ruhumuzun merkezinde kalamıyoruz.
Kendimizin ve diğerlerinin yaşam çemberlerinin, merkezlerindeki noktalardan yukarıya uzanan iplerle birbirine örülü bir sicim gibi, ruhlarımızdan birbirine bağlı olduğumuzu ve daha üst kaynaklardan aşağı indiğimizi unutuveriyoruz.

Bu dünyada doğru yaşamanın sırlarından biri, iç ve dış hayatın, maddesel ben ile tinsel benin dengesini kurmak, çemberin üzerinde devinen bir tekerlek gibi sürekli hareket halinde, ama dengede kalmak. Döngüsel zamanların, tarihsel olayların içinde deneyimler yaparken, yaşamı hareketteki bilgelik ile sürdürebilmek için, artan merkezkaç kuvvetlerini dengeleyen iç güçlerimizi de geliştirmekten başka çözüm yok.

Varoluşumuzun gerçek nedeni olan merkeze ağırlık verdiğimizde, yukarı doğru çapı gittikçe daralan bir spiral yolu takip ederek aynı dünyanın içinde yüksek bir şuur ve farklı bir realite ile ruhsal tekamülümüz için, diğerleri ile uyumlu bir birlikte yaşam içinde yaşayabiliriz. Basamakları tırmanmak, bilincin uyanışı, aydınlanma, yükseliş, iç rönesans... bunu anlatan diğer kavramlardan bazıları.

İşte bu nedenle;
İçsel yaşamı geliştirmeye her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuyoruz.
Kendimizi tanımaya, insan olmanın değerini anlamaya, yaşamın anlamını öğrenmeye...
Hayata geçirebileceğimiz, yaşama yön veren sade ve net fikirlere,
Sahip olmaya değil, var olmaya,
Güç ve enerji kaynaklarını dışarıda aramak ve onlara bağımlı olmak yerine, içimizdeki doğal güçleri aktive etmeye ihtiyacımız var.

İçten başlayan, kendimizle, özümüzle, çevremizdekilerle, doğa ile, dünya ile, evren ile belki de daha önce fark etmediğimiz kadar yeni iletişim şekilleri geliştirmeyi öğrenmeliyiz.

Öyle bir diyalog ki, hiç olmadığı kadar içten, kalpten, samimi, doğru, adil, iyi, faydalı, sade, açık ve net...yargısız, koşulsuz...

Öyle bir diyalog ki, ikili aklın yürüyüşündeki (dia-logos) adımlara takılmadan, (tez-antitez), içindeki ikilikleri birleştirip (sentez) üçüncü noktaya yükselten, doğru düşünce ile doğru davranışı birleştirmiş, Hakikat'e yönelmiş,

İçini dışına çıkardığın, yüzünü Öz'üne, merkezine çevirdiğin...

Öyle bir diyalog ki, aklının sesi ile kalbin nefesini birleştirmiş...
Öyle bir diyalog ki, kalabalık ve boş söz ve akıl oyunlarının ötesinde, duru, tamamlayan, ruhuna şifa veren...

Bir gece yürüyüşümde, iç diyalog hallerindeyken düşüvermişti zihnime:
"Olan bitenin içinde yaşarken daralmak, sıkılmak normal...ancak bunlar bizim duyumsamalarımıza verdiğimiz tanımlar... Olanların bizi götüreceği yol değil ve geçici...Bunu fark edince, bu hallere düşünce ne yapmamız gerektiğini sordum iç sesime...

Gelen cevap şuydu: 
"Yaşadığınız ve sevgi zannettiginiz sevgi şekillerinden daha farklı, tanımsız, şekilsiz kutsal bir sevgiye yürüyün...Sizlerin tekamülü için tüm bu olanlar, yaşadıklarınız..."

Dünyalık tanımlara sığmayan ve bu dünyada yaşanabilen başka türlü bir sevgiyi ve onun yeni dilini keşfetmeliyiz...Evrensel ve ezoterik sevginin...dillendirmeli...bedenlendirmeliyiz...özden sözlere akan, davranışlara yansıyan, eylemlerle onurlandırılan...İçsel ve tinsel farkındalıkla yaşanan...
Yeni insanın tohumlarını taşıyanları gebe bırakan...yeni doğuma hazırlayan. 

Sevgi birleştirir...Sevginin dili, dini, ırkı, cinsiyeti, ayrımları yoktur. 
Sevginin, aşkın tanımı yoktur ki...yaşarsın...akarsın...çoğalırsın...
Tanımlamaya çalışırsan, mukayese edersen, bölersin, ayrıştırırsın...Sevginin amacına karşı düşersin... 
Şartlar, koşullar koyarsan, sevgiyi hem uzaklaştırırsın kendinden, hem de sevginin dilencisi olursun. 
Sevgiyi dilinden düşürmemen, onu yaşadığın anlamına gelmez...

Titreşimin, bilincin düşükse, o planda, o düzeyde yaşarsın sevgiyi, artık "sevgi" değildir zaten, bağımlılığa dönüşür...sonra da bağımlılıktan sıkılır, özgürlüğünü kaybettiğini hissederek sevgiye küsersin, bazen diğerlerini incitirsin, incindim dersin, aslında hep kendini ve kalbini incitirsin... 
"Kalbim kırıldı" dersin, doğrudur, Birlikten gayrı düştüğün için kalbin sana dargındır. 

Sevginin yeri kalp makamıdır, bilir misin ? 
Kalbin dilini bilir misin ? Kalp nasıl konuşur dinledin mi hiç ? 
Hiç durmadan atar...yaşamın için kalbine minnet duyarsın...
Ritim verir, yaşamını sürdürmen için gerekli ölçüyü, düzeni bildiren bir metronom gibi...

Kalp atışını ne sağlar düşündün mü hiç ? 
Sen yapmazsın, kendiliğinden çalışır, kontrol etmezsin, edemezsin... 
Kalbinin ritmindeki ufak bir değişiklikte zayıflığını ve içinde varolan senden daha yüce güçlerin varlığını idrak ediverirsin. Çemberin merkezindeki noktanın yukarıda bağlı olduğu güçlerden akan enerjiyi hissedersin. Evrende ve çevrende hareket eden, yaşayan her şeyin nabzında atan, senin kalbinde de yerleşmiş bir iç motor vardır...Ana rahmine düştüğünde beyninden önce gelişen, sevgi ile atan kalbindir...Seni kendi ruhuna ve dairenin merkezindeki noktayı üst halkalara bağlayan.   

Sevgi, çok yüksek bir enerjidir, gökseldir, maddesel oluşumlara can verir, içlerini doldurur ama onların içine sığmaz... 
Sevginin yeri kalp makamıdır, ruhsallığında gizlidir insanın. 
Ölümsüz ruhunun takip etttiği o ışıklı yolun içinde, oradan kalbine akıveren ışk, adına aşk dediğimizdir belki de...
Yolda olmak, yolculuğu sürdürebilmek için, kökenlere, birliğe geri dönebilmek için bizi kaynağa çeken, yükselten, büyük bir enerji, büyük bir güç...Coşku veren, her hücrende duyumsadığın yaşama isteğinin kaynağı olan....

Hücrenin içindeki çekirdeğin çevresini kaplayan, yaşamı besleyen enerji sıvısı "protoplazma"ya benzer sevgi... Evrende galaksilerin doğduğu uzay sıvıları gibi, yumurtanın beyazı gibi...
İnsanın da çekirdeğini besler sevgi... Özleri buluşturur. 
Hücre kelimesi için botanikte kullanılan eşsiz bir kelime var: "Göze"
Halk dilinde bir diğer anlamı da, suyun çıktığı yer, kaynak...  
"Her gözemizde özümüz saklı."  
Sevginin şifalı suları ile büyüyecek, yeni insan doğmayı bekliyor içimizden.  

İçimizden başlayan bir uzlaşma, içten bir kucaklaşma, birleşme gerek bize. 
Bilgi ve sevgi harmanı ...
Nedenleri anlamak için bilgi, öğretilere uygun doğru yaşam için istek ve sevgi...
Bilmeyi sevmek ve sevmeyi bilmek.
Bunları birleştirecek anahtar kendimizde.

Öyle bir bilgi ve öyle bir sevgi ki, ilim demişler ona, Hikmet...Hakikat'e yol açan
Doğru olan, yükseğe taşıyan, bilmekten geçip olmaya götüren,
İnsanın görüşünü, duyumsayışını değiştiren, bakışını, gülümseyişini aydınlatan...

Aklımız ile kalbimizi, bilgi ile sevgiyi harmanlayacak bir iç diyalog, kendini bilme ilmi.

Büyük inisiye filozof Platon diyaloğu ikili aklın yürüyüşü olarak tanımlamıştır. Bir başkasından önce insanın kendisiyle iç konuşmasıdır. Arzuların peşindeki dünyevi akıl (kamamanas) ile tinsel varlığına bağlı sezgisel aklı (manas), maddesel ben ile üst benin konuşmasıdır. İnsanın kendi iç Hocası ile yaptığı diyalog içinden geçilirken farkındalık gelişir. Aslında ruhun bildiği ama bizim unuttuğumuz bilgiler yeniden hatırlanır. Sokrates'in kullandığı mayeutik (doğurtma) yöntemidir. İnsanın kendi ebeliğini yapmasına, iç doğumunu gerçekleştirmesine yarar.

Kendi içimizde bu yöntemi uygulayabilmemiz için önce "Kendimizi tanımalı, iç Hocamızı bulmalı, dışarıya kulak vermekten duymadığımız iç konuşmacı Sessizliğin Sesi'ne kulak vermeyi öğrenmeliyiz. İç yürüyüşümüzü yoldan ayrılmadan sürdürebilmek, karanlık labirentimizde kaybolmamak, nefsin tuzaklarına düşmemek için, aklımızı kadim öğretilerin sunduğu doğru bilgiler ile doğrultmalı, ayırt etme (vivekha) erdemini geliştirmeli, kalbimizi arı ve sevgiye layık mertebede tutmalıyız.

Bize ayna tutacak diğer canlarla, ruhsal kardeşlerle birlikte olmaya da ihtiyacımız var. Tecrübelerimizi, niyetlerimizi, umutlarımızı, ışığımızı, kalplerimizi birleştirmek için... Yeni tohumların emin ellerde gelişmesi ve yeni doğumlar için, sevgi ile sarmalanmış, erdemler ile korunan bir ruhsal ortama...

"Işık ver, karanlık kendiliğinden dağılır" der bir filozof.
Vermek için kendimizi bulmak, cevheri ortaya çıkarmak lazım,
Aldıklarını kendine katıp ışığa dönüştürmek lazım,
Verilen tüm nimetlere şükredip, aldıklarına layık olmak için verme dengesini kurmak lazım,   Diğerlerinin düştüğünü gördüğünde, onlara duyduğun koşulsuz aşkla, gönülden hizmet etmek lazım..

Mevlana der ki:"Sevgini vermesini öğren. Çünkü gönlün anlasın ki hepsine yer varmış. Sevgisiz insandan dünya, unutma ki korkarmış." 

Kendimizi sevmenin, diğerlerini sevmenin yeni dilini öğrenmeliyiz...
Sevginin yeni dilini keşfedelim, Işık dilini öğrenelim,
Dile getirmek istediklerimizi, kafamızdan değil, kalbimizden çıkartalım.
Sözlerin, gözlerin ötesindeki özlere dokunalım,
Enerjimizi sevgiyle ve sevgiye dönüştürelim.

"Bizi birleştiren şeyler ayıran şeylerden daha fazla." İskenderiyeli Hypatia

Uğur Başak Arpacıoğlu, 01.10.2015, Moda 

Yaz mevsiminden yaptığım taze hasadı içimden toplarken sizlerle paylaşmak niyetiyle döküldü bu satırlar. Bildiğimiz dili kullanarak ancak bu kadar getirebildim kelimelere, kusuruma bakmayın... 

Özdemir Asaf'ın söylediği gibi : Tüm dünyayı kucaklamak istedim, kollarım yetişmedi. 

Sevgilerimle