ruh etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ruh etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Mayıs 2015 Perşembe

Aşkın tecellisi

"Bırak ruhunda iki Venüs olsun, biri göksel, diğeri yersel.
Her ikisinin de bir aşkı olsun…
Göksel olan, ilahi güzelliği özüne yansıtması için,
Yersel olan, ilahi güzelliği dünyevi olanda oluşturman için..."

Ficino, Platon'un Şölen'i üzerine



Büyük inisiye ve filozof Platon “AŞK GÜZELLİĞİ DÜNYAYA GETİRMEK İSTEĞİDİR” der.

Platon sevgiyi, aşkı bütün ölümlülerde rastlanan bir ölümsüzlük çabası olarak tanımlar. En basit fiziksel hali ile Eros, tüm insanlarda, kendilerini yaşatacağına inandıkları bir nesil yetiştirme iç güdüsü olarak görülmektedir. 

Ancak bazı insanlarda "Eros" kavramı, daha üstün bir niteliğe bürünmüştür. Bu bilinçteki kişilerde, yani ideaları hatırlama bilincine sahip bireylerde Eros (Aşk), yüce güzelliklere ulaşma çabası şeklinde tezahür eder. 
Bu amacı gerçekleştirmek için ihtiyaç duydukları bilgilerin eksikliğini hisseden Hakikat yolcuları, bilgisizlikten kurtulmak çabası (bilgelik aşkı=felsefe) içerisinde bulurlar kendilerini. Bu kişiler Eros'u, dünyaya çocuk getirmekten öte bir işlev, idealara ulaşarak erdemli işler yapmak ve yeryüzünde sürekli ve zamansız eserler bırakmak çabası ve aşkı olarak görürler.

Felsefe hakiki anlamı ile bilgelik aşkıdır. Philo:Aşk,sevgi ve Sophia: Bilgelik.

Felsefe, Hakikat'e giden yolda akıl kapısından merak ile girilerek başlanan uzun bir yolculuktur, bilgileri uygulamayla bilgeliğe geçiren, bu esnada kendini ve çevresini dönüştürerek ışığı çoğaltan içsel simyacının yoludur. 
Bilginin sicimlerini kullanarak zeka ile ördüğün, aşkla, sevgiyle halkaları sağlamlaştırdığın, kendi içinden başlayarak dışarı doğru inşa ettiğin, göğe yönelmiş bir zincire benzer felsefe çalışmak. 
Akıl ile kalbi birleştirerek yürünen, insanın sırlarından evrenin sırlarına doğru uzanan keşif dolu uzun bir patika...
Bilgiler uygulandığında, bilinene göre yaşandığında bilinç doğuran, bilgiler birleştirildikçe benlikten sıyrılıp birlik bilincine doğru yükselen...
Aşkın ateşi ile hamken yandığın, yanarak piştiğin, (er)demlenme yolculuğudur. 
Hammaddenin özüne dönmek için yandığı...Yanarak azalmadığın, paylaştıkça çoğaldığın bir dönüşümdür. 

Sadece akılda kalınırsa, akıl aşksız kalırsa, tükenir yakıtı, yarı yolda kalır insan. Bilgiler birleştirilmediğinde, ayırır, böler. Zihinsel ateş göğe yükselmedikçe, bencilce kullanıldığında yakıcı ve yıkıcı olur, kişisel ve kollektif ızdıraplar doğurur.
Bilginin idraki ancak uygulandığında kazanılır ve Hakiki olur. 
Bilmeyi seven, sevmeyi de bilir. 
"İnsanın bilgisi arttıkça sevgisi de çoğalır" der Leonardo Da Vinci. 

İşte bu nedenle daha fazla AŞK'a, Sevgiyi ve bilgiyi birleştirmeye, sevgiyi eylemlerle bedenlendirmeye ihtiyaç var yeryüzünde... Yapa-bilmek, adı üzerinde yapmak için bilmeyi gerektirir. 

Platon Venüs'ün iki yönü olduğunu anlatır: Yersel ve göksel. Tensel ve tinsel. Cinsel ve Platonik aşk denilen budur. Dünyevi yönüyle insanlarda fiziksel sevgiyi uyandırır ve göksel yönüyle ilahi aşkı ilham eder. İnsan, fiziksel güzelliklerin tefekküründen aklı ile kalbini birleştirerek ilahi aşka ve Birliğe yükselebilsin diye bir merdiven uzatır göklerden yeryüzüne.

Platon ruhların güzelliğe tırmanışındaki idrak basamaklarını şöyle anlatır :

  • Bir güzel beden
  • Bütün bedenlerdeki güzellik
  • Ruhların güzelliği
  • Evrensel nizamın güzelliği
  • İdeaların güzelliği
  • Bilgeliğin güzelliği
  • Kendi içinde güzellik




“Bu dünyanın güzelliklerinden başlayacaksın,
hiç durmadan, basamak basamak yüce güzelliğe yükseleceksin;
bir güzel bedenden, bütün güzel bedenlere,
sonra güzel bedenlerden güzel işlere,
güzel işlerden güzel bilgilere,
güzel bilgilerden de, sonunda bir tek bilgiye varacaksın;
bu bilgi de, o tek başına var olan salt güzelliğe varmaktan,
gerçek güzelliğin özünü tanımanın bilgeliğinden başka bir şey değildir.

İnsanın salt güzellikle karşı karşıya geldiği an,
işte yalnız o AN için insan hayatı yaşanmaya değer !
Günün birinde O’nu görürsen, hiçe sayarsın artık altınları, süsleri püsleri…
İnsan, güzelliği her şeyden arınmış, katıksız olarak bir görebilse !
İnsanın tenine, bedenine, rengine, daha bir sürü ıvır zıvırına bulanmış güzelliği değil,
biricik görüntüsüyle özündeki derin güzelliğini!

Platon (MÖ 427 - MÖ 347) 


Günümüzden 2500 yıl önce Platon aşkın cevherini anlatmış da az anlamışız.
Karşılıksız aşklarımıza platonik aşk demişiz, sızlanmışız, farketmeden Aşk'ın bizi dönüştürmek için yaptığı vazifenin anlamını.  

Platonik aşk diye eksik bilinegelen karşılıksız kalan bir sevgi değildir. 
Platonik aşk, karşılık aranmayan, karşılığı sorulmayan sevgidir, koşulsuz aşktır. 

İnsanı yeryüzünden gökyüzüne taşıyacak ilahi bir köprüdür. 
Sen aşağıdan yukarıya yöneldiğin zamAN, diğer ucunun gökyüzünden uzandığını, seni taşımak için zaten hep orada olduğunu fark edebileceğin bir köprüdür.

Koşul koymadan, hesap yapmadan, ödül ve karşılık beklemeden AŞK'ı yaşayan, 
her demde, her yerde aşkı görebilene baktığı herşey sessiz de olsa aşkla yanıt verir. 
Bu büyük bir gizemdir. 
Yaşayanlar bilir...

Platonik aşklar vasıtasıyla yıllarca dönmüşüz de Hakikat'te kendimizi aramışız,
Böylece insanın ve evrenin sırlarını tanıma yollarına düşmüşüz, 
Aşk yoluna düşünce, zamansız öğretilere tutunarak evrilme fırsatına ermişiz, 
Kaderin ördüğü ağlara şükrederek, ilahi aşkın zincirlerini örmeye gönül vermişiz... 

Özünü sevdiklerim, G'özünüzü seveyim, ÖZ'ünüzü sevin, Öz'gür sevin, Özgür düşünün...Özgürleşin... 

Aşk olsun...yeryüzünde ve yüzlerde...Işık olsun...

Uğur Başak Arpacıoğlu 

21.05.2015, 05:50, Moda 




Venüs'ün doğuşu Alessandro Botticelli “Birth of Venus” (1485)


5 Mart 2015 Perşembe

Mıknatıs ve Aşk

Gabriel Garcia Marquez'in Yüzyıllık Yalnızlık romanında çingene Melquiades, Makedon simyacıların sekizinci harikası olarak tanıttığı mıknatıs ile Macondo'ya gelir ...peşinde tencere tava, yıllar önce kaybolmuş eşyalar…Ne varsa sürükleyerek gezer Macondo sokaklarında…
"Her şeyin canı vardır" diye ilan eder, "Sadece Ruhlarını canlandırmasını bilmek gerekir."

Pırlanta ruhlara...

Mıknatıs ve Aşk  ( L’aimant et L’amour )

Aşka benzer
Mıknatısın kuvveti
Manyetik al'anı
S'arar cevheri

Kutuplar arası
Aşk akar
Kimi söze  
Kimi öze bakar

Çe’kime kapı'lan 
Her ins’an   
Aşk ile yo(ğ)rulur
Tecrübeyle doğrulur

Bedenler kavuşur 
Ruhlar birl'eş'mez 
Ben der’beder 
Aşk bedenden öte gider

Tinsel arayış
Tende yerl’eş’mez
Durulmaz akış
Aşk dur'duru'lmaz

Döngüseldir gird'abın
Kalbindir merkezin
Bilincini yaparsan eksenin
Işıkla pırıldar cevherin

K'ömür elmasa dönüşür
Cevher mü'cevhere
Yedi renk BİR içinde
AŞK olur... 

Mıknatıs ve Aşk / L’aimant et L’amour

Mıknatısın aşkı / L’amour de l'aimant

Elmasların aşkı / Amour de diamants


B’aşk, Nisan 2007
Düzenlemelerle, Mart 2015


s’ÖZ’lük: 
Mıknatıs: Manyetit (Fe3 O4)
Es.Anadolu:  Magnesia (Manisa)
Gr. Magnetes, magnetes lithos (Manisa taşı)
Fr. Aimant

İnsan: nisyan kökeninden, unutmak, Kim olduğunu unutan
Kutup: Ar. Kutb: 1. eksen, aks. 2. Tasavvufta en yüksek mertebeye erişmiş kişi. 
Derbeder: Fa. Dar ba dar. Kapı kapı (dolaşan), dilenci, evsiz, barksız. Fa. Dar: kapı


Bazı b’ilgiler ilgi beklerler : 
Doğal mıknatıslar ilk defa Anadolu’da Manisa il sınırları içinde M.Ö 800 yılında Yunanlılar tarafından bulunmuştur. Günümüzde de doğal mıknatıs taşları Manisa ilinde bulunmaktadır. Manyetik alanları, günümüzde kullandığımız yapay mıknatıslar gibi sonradan kazandırılmış olarak değil yapısından dolayı kendiliğinden bulunmaktadır. 

Mıknatıs taşının diğer adı da magnetittir.

Mıknatıslarda itme veya çekme kuvveti, mıknatısın kutup şiddetiyle doğru, aralarındaki uzaklığın karesiyle ters orantılıdır. 

Manyetik özellik, elektronların, kendi ekseni çevresindeki hareketleri (spinleri) ile ilişkilidir. Elektronları eşleşmiş olan atomlar, manyetik özellik göstermezler. Çünkü eşlenmiş elektronlar, birbirine karşıt yönde döneceğinden manyetik alanları birbirini yok eder. Sonuçta madde, diyamanyetik özellikte olur.

Eşlenmemiş bir elektronu bulunan maddeler, zayıf bir manyetik etki gösterirler. Eşlenmemiş elektron sayısı arttıkça manyetik özellik artar. Bir elementin ferromanyetik olması için aşağıdaki koşulları sağlaması gerekir: 1. Tam dolu olmayan d ve f yörüngelerine sahip olmalıdır. 2. Kristal örgüde atomlar, birbirine çok yakın olmamalıdır. Aksi durumda, komşu atomlardaki tek elektronlar etkileşerek, zıt yönde dönme kazanır ve böylece elektron eşlenmesi yaparak etkilerini yok ederler. 3. Atomlar, kristalde birbirinden çok uzakta olmamalıdır. Aksi halde bir atomdaki eşlenmemiş elektronlar komşu atomlardaki elektronlarla etkileşip aynı bir doğrultuda düzenlenemezler.

Tüm metaller içinde, demir hayati önem taşır. Bir yıldızın çekirdeğinde demirin birikmesi, süpernova patlamasını tetikler ve böylece hayat için gerekli olan atomların tüm evrene yayılmasına imkân verir. Demir atomlarının, Dünya'nın ilk aşamalarında, çekirdekte oluşturduğu yerçekimiyle üretilen ısı, Dünya'nın başlangıcındaki kimyasal farklılıklara neden olmuştur. Bunun arkasından atmosferin ve sonuçta da hidrosferin oluşumunu sağlamıştır. Dünya'nın merkezinde bulunan erimiş demir, dev bir mıknatıs görevi yapar ve Dünya'nın manyetik alanını oluşturur. Bu alan sayesinde, Dünya'nın yüzeyini morötesi(UV)  kozmik radyasyondan koruyan Van Allen radyasyon kuşakları; yani manyetik kalkan oluşur. Aynı şekilde, hayati önem taşıyan ozon tabakası kozmik ışınların yıkımından korunmuş olur. 

Bir çubuk mıknatıs ikiye bölündüğünde, meydana gelen her bir parçanın yine N ve S kutuplu küçük bir mıknatıs olduğu görülür. Bölme işlemi atomik boyutlara kadar devam ettirilse bile, yine her parçanın iki kutuplu bir mıknatıs olduğu, tek kutuplu mıknatıs elde edilemeyeceği sonucuna varılır.

Torus enerji alanı, çift kutuplu çekim alanını kullanan, kendi kendisini sürekli yenileyen ve arttıran sonsuz bir enerji modelidir. Çift kutbun birbirine yarattığı etki harcadığı enerjiden daha fazlasını üreterek kendi kendine devam eder. Bu kutupluluğun yarattığı enerjinin döngüsüne TORUS modeli adı verilir.





Je T'aimais, Je T'aime, Je T'aimerai‎ - Francis Cabrel

Mon enfant nue sur les galets
Çocuğum çakıl taşları üzerinde çıplak

Le vent dans tes cheveux défaits
Çözülmüş saçlarında rüzgar

Comme un printemps sur mon trajet
Yolumun üzerindeki ilkbahar gibi

Un diamant tombé d'un coffret
Çekmeceden düşen bir elmas

Seule la lumière pourrait défaire nos repères secrets
Sadece ışık gizli işaretlerimizi çözebilecekti

Où mes doigts pris sur tes poignets
Ellerimin bileklerini tuttuğu yerde

Je t'aimais, je t'aime et je t'aimerai
Seni seviyordum, seni seviyorum, seni seveceğim

Quoi que tu fasses
Ve ne yaparsan yap

L'amour est partout où tu regardes
Aşk baktığın her yerde,

Dans les moindres recoins de l'espace
Uzayın en küçük gizli köşelerinde

Dans le moindre rêve où tu t'attardes
Takılıp kaldığın en küçük rüyada

L'amour comme s'il en pleuvait
Aşk yağan yağmur gibi

Nu sur les galets
Çakıl taşları üzerinde çıplak

Le ciel prétend qu'il te connaît
Gökyüzü seni tanıdığını öne sürüyor

Il est si beau c'est sûrement vrai
O öyle güzel ki bu kesinlikle doğru

Lui qui ne s'approche jamais
Asla yaklaşmayan kendisi

Je l'ai vu pris dans tes filets
Onu ağlarına aldığını gördüm

Le monde a tellement de regrets
İnsanların pek çok özlemleri var 

Tellement de choses qu'on promet
Söz verdiğimiz pek çok şey (var)

Une seule pour laquelle je suis fait
Tam kendisine göre olduğum tek bir kadın (var)

Je t'aimais, je t'aime et je t'aimerai
Seni seviyordum, seni seviyorum, seni seveceğim

Quoi que tu fasses
Ve ne yaparsan yap

L'amour est partout où tu regardes
Aşk baktığın her yerde,

Dans les moindres recoins de l'espace
Uzayın en küçük gizli köşelerinde

Dans le moindre rêve où tu t'attardes
Takılıp kaldığın en küçük rüyada

L'amour comme s'il en pleuvait
Aşk yağan yağmur gibi

Nu sur les galets
Çakıl taşları üzerinde çıplak

On s'envolera du même quai
Aynı alandan havalanacağız

Les yeux dans les mêmes reflets
Gözlerimiz aynı aynalarda

Pour cette vie et celle d'après
Bu hayat ve bundan sonraki hayat için

Tu seras mon unique projet
Sen benim tek projem olacaksın

Je m'en irai poser tes portraits
Gidip resimlerini koyacağım

A tous les plafonds de tous les palais
Bütün sarayların tavanlarına

Sur tous les murs que je trouverai
Bulacağım bütün duvarların üzerine

Et juste en dessous, j'écrirai
Ve tam altına yazacağım

Que seule la lumière pourrait…
Sadece ışığın..(gizli işaretlerimizi çözecebileceğini)

Et mes doigts pris sur tes poignets
Ve parmaklarım bileklerini tuttu

Je t'aimais, je t'aime, je t'aimerai
Seni seviyordum, seni seviyorum, seni seveceğim 





7 Nisan 2014 Pazartesi

TESLİMİYET

Yaşadığımız hayatların farkındalığı için, öğrenim ve deneyim alanı olan bu dünyada varoluş nedenimizi yerine getirebilmemiz için ruhumuzun kendini ve kökenini tanıma isteğine teslim olabilmemiz dileğiyle.

"Teslimiyet, biz vücut bulmadan önce ruhumuzla ettiğimiz hizmet yeminin tekerrürüdür." İnayet Han

KUMLARIN ÖYKÜSÜ

Uzak dağlardaki kaynağından çıkan bir ırmak, her çeşit coğrafi bölgeden geçtikten sonra, en sonunda çölün kumlarına ulaştı, ama diğer tüm engelleri aştığı gibi bu engeli de aşmaya çalışınca, kuma girdikçe sularının kaybolduğunu fark etti.

Yazgısının bu çölü aşmak olduğundan emindi, ama hiçbir yol bulamıyordu. Birden çölün içinden gelen gizli ses şöyle fısıldadı:
“Rüzgar çölü geçebilir, o halde ırmak da geçer.”

Irmak kendini kumun üzerinde attığını ama emildiğini söyleyerek karşı çıktı; rüzgar uçabiliyordu, bu nedenle çölü geçebiliyordu.

Fısıltı: “Kendi geleneksel yolunca hamle ederek öbür tarafa geçemezsin. Ya kaybolur gider ya da bataklığa dönüşürsün. Rüzgarın seni hedefine götürmesine izin vermelisin.”

Irmak: “Ama bu nasıl olabilir?” diye sordu.

Fısıltı:“Rüzgarın seni emmesine izin vererek.”

Bu fikri ırmak kabul etmedi. Daha önce emilip başka bir maddeye dönüşmemişti. Kendi kimliğini yitirmek istemiyordu. Bir kere yitirdikten sonra yeniden kazanıp kazanmayacağını nereden bilebilirdi?

Kum:  “Rüzgar bu işi yapar.” dedi. “Suyu alır, çölün üzerinden geçirir ve yeniden bırakır. Yağmur olarak yağıp, su yeniden ırmak olur.”

Irmak: “Bunun doğruluğundan nasıl emin olabilirim?”

Fısıltı: “Bu böyledir, ama eğer inanmıyorsan bataklıktan başka bir şey olamazsın ve bu bile yıllar alır, ayrıca ırmakla aynı şey değil.”

Irmak: “Ama bugün olduğum ırmak olarak kalamaz mıyım?”

Fısıltı: “Kalamazsın. Ama senin özün taşınıp yeniden bir ırmak oluşturur. Bugün bile bu adı taşıyorsun, çünkü hangi kısmının senin asıl parçan olduğunu bilmiyorsun.”

Bunu duyunca ırmağın düşüncelerinde bazı şeyler yankılanmaya başladı. Bir rüzgarın kollarında taşındığı bir zamanı anımsadı ve bunun yapılacak en aşikar şey, en doğru şey olduğunu anımsadı. Ve ırmak, buharını rüzgarın ona uzanan kollarına emanet etti; o da onu kolayca ve nazikçe yukarılara taşıdı. Kilometrelerce ötede, bir dağın doruğuna ulaşınca yumuşak bir şekilde bıraktı.

Irmak, deneyiminin üzerine düşündü: “Evet sonunda gerçek kimliğimi öğrendim.”

Irmak öğreniyordu ama kumlar fısıldadı:“Biliyoruz, çünkü her gün bunun olduğunu görüyoruz. Çünkü biz kumlar, ırmaktan dağa kadar uzanıyoruz.”

İşte bu nedenle, yaşam ırmağının yolculuğuna nasıl devam edeceği kumlarda yazılıdır denir.
...

Rüzgar kelimesinin etimolojik kökeni Farsça (ruzigâr) olup  zaman, devir, yel, yazgı, süre anlamlarını içerir.
“Her ne kadar ruh fikrinin nasıl ortaya çıktığı tartışmalı bir konu ise de bütün dünya dillerinde bu kavramı ifade eden bir terimin bulunması, bunun insanlık kadar köklü bir düşünce olduğunu göstermektedir. Genellikle ilkel toplumlar ruhun solukla aynı olduğunu sanıyorlar ve bunu da son nefesle birlikte ölüm olayının gerçekleşmesiyle kanıtlamaya çalışıyorlardı. Belki de bu yüzden her dilde ruhu ifade eden terimlerin etimolojisi  incelendiğinde bunların hava, rüzgar ve solukla yakın anlama geldiği görülür. Mesela Arapça olan ruh kelimesi rüzgar anlamındaki “rîh” ile, nefis de “nefes” ile aynı kökten gelmektedir. Sanskritçe’de “atman”, Grekçe’de “psikhe”, Latince’de “animus” kelimeleri ruhu ifade ettiği gibi hava ve rüzgar anlamına da gelmektedir. Fransızca ruh demek olan “esprit” Latince teneffüs anlamındaki “spritus”tan; İngilizce ve Almanca’da “soul” ve “seele” kelimeleri ise Gotik lehçesinde fırtına anlamına gelen “saivala”dan alınmıştır. İbranice’deki “nefeş” ve “ravah” kelimelerinin etimolojisinde hava ve rüzgar anlamı vardır.




1 Ocak 2014 Çarşamba

İmtihanlardaydı, fark etseydi kurtulacaktı

Topraktaki madenlere benzer insanın özündeki cevherler. 
İnceden inceye uğraşarak o madeni topraktan ayırmak gerekir. Bir bahçıvan gibi...
Nefisle mücadeleden amaç budur, nefsi tortularından süzmek, özünü meydana çıkarmak ve insani nefis haline getirmektir. Ekilen bir tohumun üzerine taş gibi engeller gelirse büyüyemez. Ancak ayıklanırsa o bitki sıhhat bulur ve güzel bir gıda olur. Her insanda ekilmiş nice tohumlar vardır. Bu manevi tohumların büyümesi için nefsi terbiye etmek, perdelerini açmak, hayvani sıfatlardan kurtulmak gerekir.

İnsan bilincinin yükselebilmesi ancak nefse muhalefet etmesiyle mümkündür. Ruhun esâreti nefsin hürriyetidir. Nefsin istek ve arzularına hakim olmadıkça ruhu diriltmek mümkün değildir. Nefsin işgali altındaki ruh ya hastadır ya da canlı cenazedir. Mücadele yapıldıkça, nefis azar azar küçülür, kuvvetten düşer.Ancak nefis ne kadar zayıflarsa zayıflasın, küçülürse küçülsün, ancak sıfatını değiştirir. Mesela aslansa kedi olur, sinek olur. Her zaman tehlikelidir ve korunmak gerekir. Ne kadar küçülse de yine de tehlikelidir, eylemlerini sürdürmek ister.

Ruh ve nefis iki ordu gibidir, devamlı mücadele halindedirler. Hangi taraf ne kadar alırsa orası onundur. Hepsini alırsa işgal eder, diğerini esir alır. Aydınlanmanın ışığı ise Venüs yıldızı gibidir, nefsin karanlığını deler geçer. Birliğin tohumu insanın her yanına dallanmıştır ve onu kaplamaktadır. 

Kendisi ile dargın olanı önce kendisi ile barıştırmak gerekir. Çünkü onun nefsi ile ruhu çoktan arayı açmıştır. Kendi kendisi ile barıştırılmazsa, Hakikat'e ulaşmaya imkan kalmaz. İki şey birbirine yapışık olursa araya başka bir şey giremez, ara açılırsa herşey o mesafeyi doldurabilir. 

Nefis terbiyesine verilen güzel bir örnek buğday tanesidir. Bir buğday tanesi toprağa düştüğü zaman önce çürür, varlığı yok olur. Sonra filiz verir, birçok başak yetiştirr. Olgunlaşıp başını eğince biçilir. Harmanlarda atların ayakları altında, makinelerde haddelerin arasında çiğnenir. Taneleri ve samanları ayrılır. Buğday ambara, saman samanlığa konur. Bütün bunlara rağmen buğdayın işi bitmez. Değirmene götürülerek taşların arasında ezilir ve un haline gelir. Bu kadarla da bitmez, su ile yoğrulup hamur olur. Sonra fırına atılır. Şiddetli ateşler içinde uzun zaman yanar ve pişer. Güzel bir ekmek haline gelir. Ancak bundan sonradır ki faydalı bir gıda haline gelmiştir.
Ekmek fırına girip piştiği gibi, insan da imtihanlardan geçerek pişer ve olgunlaşır.

Başak Arpacıoğlu 




31 Aralık 2013 Salı

2014'e Aşk ile MER-HA-BA

AŞK OLSUN dileğim ve niyetim budur cümlemize...
2014 yılında tüm gönüllerde, Toprak Ana'nın cömert kucağında birarada yaşayan tüm kardeşlerimin kalbinde kökenlere, Hakikat'e aşk olsun...
Çünkü aşk güzelliği dünyaya getirmek isteğidir.  
Platon ruhların güzelliğe tırmanışını nasıl da güzel anlatır Şölen'de: “Bu dünyanın güzelliklerinden başlayacaksın, hiç durmadan, basamak basamak yüce güzelliğe yükseleceksin; bir güzel bedenden ikisine, ikisinden bedenlerdeki güzel ruhlara, sonra güzel bedenlerden güzel işlere, güzel işlerden güzel bilgilere, güzel bilgilerden de, sonunda bir tek bilgiye varacaksın; bu bilgi de, o tek başına var olan salt güzelliğe varmaktan, gerçek güzelliğin özünü tanımanın bilgeliğinden başka bir şey değildir. İnsanın salt güzellikle karşı karşıya geldiği an işte yalnız o an için insan hayatı yaşanmaya değer ! Günün birinde onu görürsen, hiçe sayarsın artık altınları, süsleri püsleri…İnsan, güzelliği her şeyden arınmış, katıksız olarak bir görebilse! İnsanın tenine, bedenine, rengine, daha bir sürü ıvır zıvırına bulanmış güzelliği değil, biricik görüntüsüyle özündeki derin güzelliğini ! "

Sevgiyle, aşkla ve huzurla...


Bflex@life in flux 31.12.2013

5 Ekim 2013 Cumartesi

İnsan yedikleriyle değil, hazmettikleriyle yaşar...

İnsan yedikleriyle değil, hazmettikleriyle yaşar...
Beslenmemize, bedenimize gösterdiğimiz özeni aklımıza gösteriyor muyuz ? 
Bilgi oburu olduk mu bir kere farklı tatlar peşinde koşarak bir ömür geçer...
Geçer de özümüz, ruhumuz belki de açtır hala...
Bizi bekler sabırla, arada bir yılmadan fısıldar belki duyarız diye...

Kadrimizi bilelim..İnsanın kadri öğrendikleri üzerine derin düşünerek, tefekkür ederek, onları hayatın içinde eyleme dökerek ortaya çıkar, bedenlenir. 

Tüketimden üretime geçelim, aklımızı insan olmaya layık kılmak için kullanmaya cüret edelim...

Suretten öze geçelim...

Huzurlu bir geceden gelen yankıyla...yeni ayın başlangıçlar desteğiyle bilgelik aşkıyla ve sevgiyle...