bilgelik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
bilgelik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Haziran 2016 Pazartesi

ALTIN BASAMAKLAR

Temiz bir hayat, açık bir zihin,
Saf bir kalp, istekli bir akıl,
Peçesiz bir ruhsal idrak,
Herkes için kardeşlik hissi,

Vermek için gönüllülük, 
Tavsiye ve talimat almak için hazır olmak,
Öğretilere hizmet için derin bir sadakat,
HAKİKAT’in emirlerine istekli bir itaat,

Kişisel adaletsizliklere karşı cesur bir dayanıklılık,
Ahlaki ilkeleri mertçe ilan etmek, 
Haksız yere saldırıya uğrayanları yiğitçe savunmak,
Ve insanlığın ilerleyiş idealini sürekli gözetmek,
Kutsal bilimleri kavramada mükemmelleşmek.

Bunlar öğrencinin yukarıya doğru çıkmayı öğreneceği
Altın basamaklardır
Hikmet tapınağına götüren…

H.P.Blavatsky 

***
Azimli cesaretin fethedemeyeceği hiçbir tehlike yoktur. 
Lekesiz saflığın geçemeyeceği hiçbir deneme yoktur. 
Güçlü aklın aşamayacağı hiçbir zorluk yoktur. 
Geleceği kazananlar için, geçmiş mükafat olarak hepsini açığa çıkarır
İnsanlığı kutsayan ve koruyan gücü.
Başarısız olanlar için, başarının gelebileceği başka hayatlar olacaktır. 

HPB, Lucifer, 1891

(12 Ağustos 1831 - 8 Mayıs 1891)









21 Mayıs 2015 Perşembe

Aşkın tecellisi

"Bırak ruhunda iki Venüs olsun, biri göksel, diğeri yersel.
Her ikisinin de bir aşkı olsun…
Göksel olan, ilahi güzelliği özüne yansıtması için,
Yersel olan, ilahi güzelliği dünyevi olanda oluşturman için..."

Ficino, Platon'un Şölen'i üzerine



Büyük inisiye ve filozof Platon “AŞK GÜZELLİĞİ DÜNYAYA GETİRMEK İSTEĞİDİR” der.

Platon sevgiyi, aşkı bütün ölümlülerde rastlanan bir ölümsüzlük çabası olarak tanımlar. En basit fiziksel hali ile Eros, tüm insanlarda, kendilerini yaşatacağına inandıkları bir nesil yetiştirme iç güdüsü olarak görülmektedir. 

Ancak bazı insanlarda "Eros" kavramı, daha üstün bir niteliğe bürünmüştür. Bu bilinçteki kişilerde, yani ideaları hatırlama bilincine sahip bireylerde Eros (Aşk), yüce güzelliklere ulaşma çabası şeklinde tezahür eder. 
Bu amacı gerçekleştirmek için ihtiyaç duydukları bilgilerin eksikliğini hisseden Hakikat yolcuları, bilgisizlikten kurtulmak çabası (bilgelik aşkı=felsefe) içerisinde bulurlar kendilerini. Bu kişiler Eros'u, dünyaya çocuk getirmekten öte bir işlev, idealara ulaşarak erdemli işler yapmak ve yeryüzünde sürekli ve zamansız eserler bırakmak çabası ve aşkı olarak görürler.

Felsefe hakiki anlamı ile bilgelik aşkıdır. Philo:Aşk,sevgi ve Sophia: Bilgelik.

Felsefe, Hakikat'e giden yolda akıl kapısından merak ile girilerek başlanan uzun bir yolculuktur, bilgileri uygulamayla bilgeliğe geçiren, bu esnada kendini ve çevresini dönüştürerek ışığı çoğaltan içsel simyacının yoludur. 
Bilginin sicimlerini kullanarak zeka ile ördüğün, aşkla, sevgiyle halkaları sağlamlaştırdığın, kendi içinden başlayarak dışarı doğru inşa ettiğin, göğe yönelmiş bir zincire benzer felsefe çalışmak. 
Akıl ile kalbi birleştirerek yürünen, insanın sırlarından evrenin sırlarına doğru uzanan keşif dolu uzun bir patika...
Bilgiler uygulandığında, bilinene göre yaşandığında bilinç doğuran, bilgiler birleştirildikçe benlikten sıyrılıp birlik bilincine doğru yükselen...
Aşkın ateşi ile hamken yandığın, yanarak piştiğin, (er)demlenme yolculuğudur. 
Hammaddenin özüne dönmek için yandığı...Yanarak azalmadığın, paylaştıkça çoğaldığın bir dönüşümdür. 

Sadece akılda kalınırsa, akıl aşksız kalırsa, tükenir yakıtı, yarı yolda kalır insan. Bilgiler birleştirilmediğinde, ayırır, böler. Zihinsel ateş göğe yükselmedikçe, bencilce kullanıldığında yakıcı ve yıkıcı olur, kişisel ve kollektif ızdıraplar doğurur.
Bilginin idraki ancak uygulandığında kazanılır ve Hakiki olur. 
Bilmeyi seven, sevmeyi de bilir. 
"İnsanın bilgisi arttıkça sevgisi de çoğalır" der Leonardo Da Vinci. 

İşte bu nedenle daha fazla AŞK'a, Sevgiyi ve bilgiyi birleştirmeye, sevgiyi eylemlerle bedenlendirmeye ihtiyaç var yeryüzünde... Yapa-bilmek, adı üzerinde yapmak için bilmeyi gerektirir. 

Platon Venüs'ün iki yönü olduğunu anlatır: Yersel ve göksel. Tensel ve tinsel. Cinsel ve Platonik aşk denilen budur. Dünyevi yönüyle insanlarda fiziksel sevgiyi uyandırır ve göksel yönüyle ilahi aşkı ilham eder. İnsan, fiziksel güzelliklerin tefekküründen aklı ile kalbini birleştirerek ilahi aşka ve Birliğe yükselebilsin diye bir merdiven uzatır göklerden yeryüzüne.

Platon ruhların güzelliğe tırmanışındaki idrak basamaklarını şöyle anlatır :

  • Bir güzel beden
  • Bütün bedenlerdeki güzellik
  • Ruhların güzelliği
  • Evrensel nizamın güzelliği
  • İdeaların güzelliği
  • Bilgeliğin güzelliği
  • Kendi içinde güzellik




“Bu dünyanın güzelliklerinden başlayacaksın,
hiç durmadan, basamak basamak yüce güzelliğe yükseleceksin;
bir güzel bedenden, bütün güzel bedenlere,
sonra güzel bedenlerden güzel işlere,
güzel işlerden güzel bilgilere,
güzel bilgilerden de, sonunda bir tek bilgiye varacaksın;
bu bilgi de, o tek başına var olan salt güzelliğe varmaktan,
gerçek güzelliğin özünü tanımanın bilgeliğinden başka bir şey değildir.

İnsanın salt güzellikle karşı karşıya geldiği an,
işte yalnız o AN için insan hayatı yaşanmaya değer !
Günün birinde O’nu görürsen, hiçe sayarsın artık altınları, süsleri püsleri…
İnsan, güzelliği her şeyden arınmış, katıksız olarak bir görebilse !
İnsanın tenine, bedenine, rengine, daha bir sürü ıvır zıvırına bulanmış güzelliği değil,
biricik görüntüsüyle özündeki derin güzelliğini!

Platon (MÖ 427 - MÖ 347) 


Günümüzden 2500 yıl önce Platon aşkın cevherini anlatmış da az anlamışız.
Karşılıksız aşklarımıza platonik aşk demişiz, sızlanmışız, farketmeden Aşk'ın bizi dönüştürmek için yaptığı vazifenin anlamını.  

Platonik aşk diye eksik bilinegelen karşılıksız kalan bir sevgi değildir. 
Platonik aşk, karşılık aranmayan, karşılığı sorulmayan sevgidir, koşulsuz aşktır. 

İnsanı yeryüzünden gökyüzüne taşıyacak ilahi bir köprüdür. 
Sen aşağıdan yukarıya yöneldiğin zamAN, diğer ucunun gökyüzünden uzandığını, seni taşımak için zaten hep orada olduğunu fark edebileceğin bir köprüdür.

Koşul koymadan, hesap yapmadan, ödül ve karşılık beklemeden AŞK'ı yaşayan, 
her demde, her yerde aşkı görebilene baktığı herşey sessiz de olsa aşkla yanıt verir. 
Bu büyük bir gizemdir. 
Yaşayanlar bilir...

Platonik aşklar vasıtasıyla yıllarca dönmüşüz de Hakikat'te kendimizi aramışız,
Böylece insanın ve evrenin sırlarını tanıma yollarına düşmüşüz, 
Aşk yoluna düşünce, zamansız öğretilere tutunarak evrilme fırsatına ermişiz, 
Kaderin ördüğü ağlara şükrederek, ilahi aşkın zincirlerini örmeye gönül vermişiz... 

Özünü sevdiklerim, G'özünüzü seveyim, ÖZ'ünüzü sevin, Öz'gür sevin, Özgür düşünün...Özgürleşin... 

Aşk olsun...yeryüzünde ve yüzlerde...Işık olsun...

Uğur Başak Arpacıoğlu 

21.05.2015, 05:50, Moda 




Venüs'ün doğuşu Alessandro Botticelli “Birth of Venus” (1485)


1 Haziran 2014 Pazar

İlahi Mahkeme ve Muhakeme

“İlahi mahkeme” adında sade ve derin bir meseli hatırladım bugün yine…
Bir kavramı tefekkür ederken derinliğine, benzerleri düşer zihnime, koyarım hepsini kalbime, harmanlandıkça içimde, açılsın gizli anlamları gül bahçesine.

Mahkeme...Hüküm...Tahakküm...Mahkum...Hakem...
Muhakeme...Hakim...Hekim...Hikmet

h-k-m kökünden gelen ve anlam açısından sıkı ilişkileri olan kelimelerdir ve hepsinde “doğruyu eğriden ayırt edebilme, kötülüğün engellenmesi ve iyiliğin elde edilmesi, mevcudatın hakikatına vakıf olma, sıradan insanlardan daha derin bir bilgiye sahip olma, bu bilgisi ile iş görebilme” gibi anlamlar saklıdır.
Hkm kökenli kelimeler 'batıl'ın zıddı olarak tarif edilen Hakk kökünden türemiştir ki, Hakikat’e uygunluk içerir.


İLAHİ MAHKEME
Bir adam ölmüş ve öbür dünyada yargılanmak üzere sırasını bekliyormuş. Sıra kendisine gelip mahkeme salonuna girdiğinde bir de ne görsün?
Yargıç kürsüsünde bir insan oturuyor.
Tanık sandalyesinde ise Tanrı yerini almış.
Adam şaşkın,
“Aman Tanrım, bu nasıl oluyor? Beni senin yargılayacağını sanmıştım. Oysa orada hakim olarak bir insan oturuyor.”
Tanrı gülümsemiş,
“Ben hiçbir zaman sizi yargılamadım. Sonsuz sevgimle, ne yapmayı seçtiyseniz, sizi seçiminizde özgür bıraktım. Bana yargılamak değil, sevmek yakışır. Çünkü ben saf sevgiyim. Sizi kendimden yarattığım için sizi yargılamak kendimi yargılamak olur. Ayrıca benim yargılamama ne gerek var ki? Her şeyi bilen ben sadece burada tanıklık ediyorum. Dünyada olduğu gibi burada da insanlar tarafından yargılanıyorsunuz. Birazdan salonu hayattayken, senin zarar verdiğin, hoşgörülü davranmadığın, yargıladığın, kalplerini kırdığın insanlar dolduracak. Onlara kendini affettirmeye çalış. Onlar seni affederse ne ala. Çünkü cennetin yolu onların affından geçiyor.” demiş.
Adam merakla sormuş: “Peki ya affetmezlerse ne olacak?
”Tanrı yine sevgiyle gülümsemiş,
“Ben cenneti de, cehennemi de yeryüzünde yarattım. Seni tekrar yeryüzüne göndereceğim. Orada öyle bir yaşam süreceksin ki, tüm yaptığın kötülükler, verdiğin zararlar sana aynen yaşatılacak. Yani ettiğini bulacaksın. Ama bunun amacı sana ceza vermek değil. Sadece o insanların hissettiklerini bizzat yaşayıp anlaman, yaptığın kötülüklerin bilincine varman. İşte o zaman sen kendini affetmiş olacaksın.”
Adam bir süre düşünmüş, “Peki, cennet nasıl bir yer?” diye sormuş Tanrı’ya.
“Cennet, bir yer değil, bir bilinç düzeyidir evladım. Dünyada mutlu, huzur ve sevgi dolu, insanlara destek olmaktan haz duyan, yarattığım canlı ve cansız her varlığa saygı göstermeyi bilen insanlar var ya, işte onlar, dünyada cenneti yeniden yaratmaları için geri gönderdiğim cennetliklerdir. Cennet de dünyadan başka yerde değil.” demiş Tanrı.
“Ama kutsal kitap bana öyle öğretmedi.” diye karşı çıkmış adam.
“Kutsal olan tek şey yaşamdır. Ben o kitapları kutsal kılmadım. Siz kıldınız. Her şeye sevgi ile bakmasını bilerek yaşayan insan, en büyük ibadeti yapandır.” demiş Tanrı.
“Peki dünyaya döndüğümde doğru yolu görmemde yardımcı olacak mısın?” diye sormuş adam.
“Ben bunun için siz insanların içine “vicdan” denen bir pusula koydum. Eğer bu pusulanın etrafına ördüğünüz kalın bencillik duvarlarını yıkarsanız, vicdanınızın yani benim sesimi kolaylıkla işitebilirsiniz.”
“Peki biz insanlara ne kadar yakında bulunuyorsun?” diye sormuş adam.
“Hem size şah damarınızdan daha yakınım, hem de düşman olduğunuz kadar sizden uzağım.” demiş Tanrı. “Çünkü düşmanlarınız da Ben’im. Siz de Ben’im.”
"Yani mahkeme salonunda insanlara hiç mi hesap sormuyorsun Tanrı’m?”
“Sadece iki sorum oluyor tüm insanlara.” diye gülmüş Tanrı.

“Dünya okulunda ne kadar sevmeyi öğrendiniz?  Ne kadar bilgi kazandınız?”

SÖZÜN ÖZÜ :
Zihin ateş gibidir, özü kalbe bağlanıp doğası gereği göğe yöneldiğinde aydınlatır, paylaşıldıkça kendinden kaybetmeden çoğalır,
Bencil arzularla körüklendiğinde ise yakıp kavurur. İnsanı harap eder, yeryüzünü de cehenneme çevirir.

Kendi hakkımızı ararken diğerlerinin hakkını da koruyalım, Hakk’tan uzaklaşmayalım,  
Başkalarına haddini bildirme taşkınlığına kapılmadan, önce kendi Haddimizi bilelim,
Akıl gözünün karşıtlar (tez-antitez) ile çalıştığını unutmadan,
İkileyen şaşı gözden, gönül gözüne, Birlik özüne geçebilmek için yaşayalım,
Akıl yürütürken teraziye kalbi (gönül, fuad) koyarak,
Bilincimizdeki (nefs) sırat köprüsünde dengeyi bulalım,

Yaşamdaki dar yolumuzu “Aşk ve ilim” ile  doğru istikamete (sırat'ül müstakim) çevirelim de, nasibimizde Hikmet yolunda tekamül etmek olsun.

İbn Arabi “Hikmette son nokta” (El-Bulga Fi’l Hikmeh) adlı büyük eserinde der ki :
“Bil ki:  Hayat önce kalpte başlar, sonra onun aracılığıyla beyine sirayet eder.”
“Canlı varlığın bedeninde kalp ne ise alemde de Güneş o konumdadır.”
“Halil gibi ateşe girmedikçe Hızır gibi hayat suyuna ulaşamazsın.”

ve büyük filozof Ebu Ali Hüseyin b. Abdullah b. Sina’dan bir alıntı yapar:

“Nefsi ilimlerle süsle ki yükselesin,
Her şeyin evi olan küllü göresin
Nefis kandildir, akıl ise ateştir
ve Allah'ın hikmeti de yağdır
Aydınlandığı zaman bil ki yaşıyorsun
Sönüp karardığında ölüsün artık."



B’aşk, gÖZtepe, İstanbul, 01.06.2014 



10 Mayıs 2014 Cumartesi

Sır Mı Sır

Bilmediğinin bilinir olması 
Bilinirin bilinmez olması olası 

"Ey Asklepius, Mısır’ın, gökyüzünün imajı ve buradaki yansıması, gökte hükmedenin düzeni olduğunu görmemezlikten mi geliyorsun?
Buna rağmen kesinlikle bilmen gerekir ki:
Bir zaman gelecek ki Bilgelik Mısırı, eski meskenini, yeryüzünü terk edecek ve gökyüzüne dönecek; o zaman o kadar çok mabetlerle kutsanmış bu toprak, mezarlar ve ölülerle kaplanacak.
Ey Mısır, Mısır!
Senden geriye, daha sonrakilerin hiç bir şey anlamayacağı belirsiz hikayeler ve senin inançlarını anlatan taşlar üzerine kazınmış kelimelerden başka bir şey kalmayacak."
Thoth’un Kehaneti



Time must have a stop
But thought’s the slave of life,
and life is Time’s fool,
And Time, that takes survey of all the world,
Must have a stop.
William Shakespeare

3 Nisan 2013 Çarşamba

Gürültü patırtının ortasında sükunetle dolaş


Kadim bilgilere kulak veriyorum yine...Günlük zihinsel beslenmemi yapmak ve gündelik yaşamda tozlanan zihin aynasını parlatmak için.

Xsantos’tan M.Ö 9 yy’dan günümüze ulaşan eski bir tapınak yazıtını bir kez daha çıkarıp okuyorum, bir defa yetmiyor insana. Kendini tanıma yolculuğunda menzili gözden kaybetmemek için, neden yaşadığımızı, nasıl yaşamak gerektiğini sürekli hatırlamak için, her zaman ve herkes için geçerli, bilinci yükselten bilgelik öğretilerini yineleyerek yenileniyorum.  

Onları okudukça, her daim özümüzde bulunan, ancak çevremizdeki ve içimizdeki gürültülerden her zaman işitemediğimiz, sadece ona kulak verdiğimizde duyulabilen “Sessiz Konuşmacı”nın rehberlik yapan sözlerini duyabiliyoruz. Ruhumuzu yakalayan sözleri…

Yaşam denen bu gizemde evrenin ve kendisinin varlığını sorgulayan, hayatın anlamını arayan herkesin içinde yaşayan insanlığın tecrübelerin birikiminin kolektif, ezeli ve ebedi deyişleri bunlar. Adam olma yolunda yürüyen, yaşam okulunda büyüyen insanoğluna eşsiz öğütler.

“İnsanları yargılarsan onları sevmeye zamanın kalmaz.” diyor bilgeler ve ekliyorlar “Öğretileri yargılarsan onları anlamaya da...”

Kadim öğretilere kulak verelim. Onlar geçmişe ait değiller, geçmişten günümüze uzanarak bugünün insanının anlayışı ve uygulamaya geçirmesi için o büyük hafızada korunarak bizlere aktarılıyorlar…Zamansız bir kütüphane gibi. Kapısının açılmasını bekleyen... 

İçlerindeki bilgeliği özümsemek için onları anlayabileceğimiz seviyelere indirmek yerine, kendi bilincimizi kadim öğretilerin seviyesine yükseltmeyi deneyelim.

Anahtar kendi içimizde bulunuyor.


“Gürültü patırtının ortasında sükunetle dolaş; sessizliğin içinde huzur bulduğunu unutma.

Başka türlü davranmak açıkça gerekmedikçe herkesle dost olmaya çalış.

Sana bir kötülük yapıldığında verebileceğin en iyi karşılık unutmak olsun. Bağışla ve unut.

Ama kimseye teslim olma. İçten ol; telaşsız kısa ve açık seçik konuş.

Başkalarına da kulak ver. Aptal ve cahil oldukları zaman bile dinle onları; çünkü, dünyada herkesin bir öyküsü vardır.

Yalnız planlarının değil, başarılarının da tadını çıkarmaya çalış.


İşinle ne kadar küçük olursa olsun ilgilen; hayattaki dayanağın odur.

Seveceğin bir iş seçersen yaşamında bir an bile çalışmış ve yorulmuş olmazsın.

İşini öyle seveceksin ki, başarıların bedenini ve yüreğini güçlendirirken verdiklerinle de yepyeni hayatlar başlatmış olacaksın.

Olduğun gibi görün ve göründüğün gibi ol.


Sevmediğin zaman sever gibi yapma.

Çevrene önerilerde bulun ama hükmetme.

İnsanları yargılarsan onları sevmeye zamanın kalmaz.

Ve unutma ki; insanlığın yüzyıllardır öğrendikleri, sonsuz uzunlukta bir kumsaldaki tek bir kum taneciğinden daha fazla değildir.

Aşka burun kıvırma sakın; o çöl arasındaki yemyeşil bir bahçedir. O bahçeye layık bir bahçıvan olmak için her bitkinin sürekli bakıma ihtiyacı olduğunu unutma.

Kaybetmeyi ahlaksız bir kazanca tercih et. İlkinin acısı bir an, ötekinin vicdan azabı bir ömür boyu sürer. Bazı idealler o kadar değerlidir ki, o yolda mağlup olman bile zafer sayılır.


Bu dünyada bırakacağın en büyük miras dürüstlüktür.

Yılların geçmesine öfkelenme; gençliğe yakışan şeyleri gülümseyerek teslim et geçmişe. Yapamayacağın şeylerin yapabileceklerini engellemesine izin verme.

Rüzgarın yönünü değiştirmediğin zaman, yelkenlerini rüzgara göre ayarla. Çünkü dünya, karşılaştığın fırtınalarla değil, gemiyi limana getirip getiremediğinle ilgilenir.


Ara sıra isyana yönelecek olsan da hatırla ki, evreni yargılamak imkansızdır.

Onun için kavgalarını sürdürürken bile kendi kendinle barış içinde ol.

Hatırlar mısın doğduğun zamanları: sen ağlarken herkes sevinçle gülüşüyordu.


Öyle bir ömür geçir ki, herkes ağlasın öldüğünde, sen mutlulukla gülümse.

Sabırlı, sevecen, erdemli ol.

Eninde sonunda bütün servetin sensin.

Görmeye çalış ki , bütün pisliğine ve kalleşliğine rağmen dünya yine de insanoğlunun biricik güzel mekanıdır.”

Xsentos, M.Ö.9.yy
 
 


 

 

 

30 Mart 2013 Cumartesi

Bir erdem olarak ARAŞTIRMAK

Nereden başlasam derken, daha önceleri karaladığım bir kaç satır düştü önüme ve aklımdaki fikirler toplanıverdi etrafında. Bu blogu açmamın nedenlerini anlatacak satır aralarında.
...
Her zamanki gibi çalışmaya sözcük anlamlarıyla başlıyorum, biriktirdiklerimi ilişkilendirerek aktarıyor, düşünceleri akışına bırakıyorum...

Araştırmak, bir bilgiye ulaşmak ve ortaya çıkarmak için zihinsel bir arayıştır. Sormak, sorgulamak, eklektik (karşılaştırmalı) bir yöntemle incelemek, elde edilen bilgileri ayırt etmek, değerlendirmek, analiz etmek ve sentez yapmaktır. Araştırmak, yaratıcı bir çalışmadır ve bilgilerin birbirleriyle ilişkilendirilerek, birleştirilerek, yeni uygulamalar yaratmak için kullanılmasıdır. Düşünce gücünün etkin ve bilinçli bir şekilde kullanılmasıdır.

"Her insan doğası gereği bilmek ister" der Aristoteles Metafizik kitabının ilk cümlesinde.

Araştırmak, merak ile başlar. Koyduğumuz ilgi ile gelişir. Zihinsel bir tutkuya benzer. Bizde eksik olanı ararız, araştırırız. Merak ettiğimiz konu ile aramızda bir çekim gücü oluşur ve bilgilere doğru yürürüz...yaklaşırız.

Araştırma, arama, öğrenme, bilinmeyeni bilinir yapma sürecidir, ancak bilebileceklerimiz kaynaklarımızla, kapasitelerimizle, bilincimizin seviyesiyle ve insani doğamızla sınırlı olduğundan, sonu olmayan bir çalışmadır. Ufuğa doğru bir yürüyüş gibi...Yürüdükçe bilgimiz artar, ancak her zaman bilmediklerimiz daha fazladır...Yürüdükçe uzaklaşan bir ufuk çizgisi gibi...

Bilgileri zihinsel besinlere benzetiyorum. Bedensel açlık ile zihinsel açlığı birbiriyle karşılaştırarak düşünüyorum. Bilgi sever bir insanın iştahla araştırma yapması, özel lezzetlere düşkünlüğü ile bilgilerin peşinden gitmesi, onları tadarken keyiften dimağının sulanması geliyor gözümün önüne.

Bu benzetmede bilgilerin içselleştirilmesiyle ilgili bir anahtar bulunuyor aslında. Nasıl harika yemeklerle donatılmış bir masaya bakıp önünden geçip gitmiyorsak, afiyetle yiyor, sindiriyor, sonra enerjiye, eyleme dönüştürüyorsak araştırma sonucunda ulaştığımız bilgileri yaşamımızda faydalı hale dönüştürebilmek için de aklımızı kullanarak benzer bir çalışma yapmalıyız.Aradaki fark şu, bedenimizde gerçekleşen bu süreç kendi zekasıyla bizim yönlendirmemiz olmadan gerçekleşirken, zihinsel süreç için bilinçli bir emek gerekiyor.

Duyularımızla, aklımızla, tecrübeler ile edindiğimiz bilgileri sorguluyor, üzerine düşünüyor, onları ilişkilendiriyor, çözümlüyor, özümsüyor ve topladığımız bilgilerden kendi düşüncelerimizi üretiyor muyuz ?


"İnsan yediğiyle değil, hazmettiğiyle yaşar" diyor bir filozof. Bilgiler onları okuduğumuzda değil, ancak ve ancak onlar üzerine düşündüğümüzde bilincimize geçerler. Öğrendiğimiz bilgileri yaşam içinde uygulamaya koyduğumuzda bizim olurlar. Aksi takdirde zihinsel halde kalarak zamanın aşındırması ile unutulmaya yüz tutarlar.

Beden sağlığımıza çok önem veriyoruz, ya aklımızın sağlığına ? Fiziksel beslenme sözkonusu olunca önümüze gelen herşeyi yemiyor, son kullanma tarihine bakıyor, titiz bir şekilde seçiyoruz. Peki ama zihinsel beslenme için ne yapıyoruz ? Ne ile besliyoruz aklımızı ? Okuduğumuz, duyduğumuz, gördüğümüz bilgilerden hangilerini zihnimize alacağımızı seçiyor muyuz ? Faydalı ve zararlı olanı, iyi ile kötüyü birbirinden ayırt etmeyi biliyor muyuz? Sağlıklı, güçlü, net fikirlerimiz var mı ? Zihinsel olarak eksik ve sağlıksız beslenmenin sonucunda zayıflıklar, endişeler, şüpheler, korkular, takıntılar, güvensizlik, emin olmama, karar verememe, görüşün azalması, dengesiz fikirler, olumsuz düşünceler, takıntılar vb. yaşamaya başlıyoruz. Ne yersek o oluyoruz...

Bilgi, zihnin doğası ve bilinç ilişkilerine başka bir yazıda devam edeceğim.
Düşünme ve bilgileri yaşama geçirme üzerine yeni yazılarda buluşacağız.

Bu blogun yaratılmasındaki en önemli neden bu; bilgi çağında bilgi tüketiminden bilgi üretimine geçebilmek, bilmeyi, araştırmayı, düşünmeyi sevdirmek.
Bunu bu sanal ortamın dipsiz kuyusunda yapmaya niyetlenmiş olmam da zamanın gereği.
Geçmişin derinliklerinden günümüze uzanan kadim bilgilerin sağlam, eskimeyen, her daim geçerli öğretileri ile beslenen, o ipe sıkı sıkı tutunan ve onları yaşamaya gayret eden bir insan olarak herkese faydalı olmaları niyetiyle, bilgileri aktarma ve yaşatma sorumluluğunu hissediyorum.

Bugünlük araştırma erdemi ile ilgili ilham veren sözlerle düşünce güncesinin sonuna geliyorum.

"Araştırma, zihinsel ve sezgisel yeteneklerin çift taraflı bir akıntı olarak insanın içine ve dünyaya doğru nüfuz etmesidir." Delia Steinberg Guzman


“Hakikat yolu aranmakla bulunmaz. Ama bulanlar ancak arayanlardır.” Beyazıd-ı Bestami

“Bilgeliğe ulaşmamıza izin veren, öğrendiklerimizin içselleştirilmesi, gerçek inceleme, araştırmadır.” Delia Steinberg Guzman

“Ben bir şeyler bilerek doğmadım; eskiye düşkündüm ve onu şevkle aradım.” Konfüçyus

“Tek bildiğim hiçbir şey bilmediğimdir, ancak isteğim araştırmaya devam etmektir.” Sokrates

Sevgiyle ve sağlıcakla kalın.
Uğur Başak Arpacıoğlu