bilinç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
bilinç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Aralık 2016 Cuma

Uyku ve Rüyalar-1

Uyku ve Rüyalar (Theosophical Movement Dergisi'nden) 

Yaşamımızın, hemen hemen üçte birlik bir bölümü uykuda geçer. Uyku esnasında neler olduğunu, hatta uykuya neyin sebep olduğunu keşfetmek konusunda pek meraklı değilizdir. Hiç ilgi duymadığımız bu durumu her gün yaşamak ise biraz şaşırtıcıdır.

Biz her gece niçin uyuruz? Genel inanca göre vücudumuz yorulup canlılığını yitirmeye başladığında, bizler de uykuya yenik düşeriz. Teozoflar, sabah uyandığımızdan daha fazla yaşam enerjisiyle dolduğumuzu söylemektedir. Gücümüz tükendiğinde veya dayanıklılığımı
zın sınırına dayandığımızda da uykuya dalarız. Uyku sırasında, denge sağlanır ve böylece uyanırız.

Hypnos (Uyku) ve kardeşi Thanatos (Ölüm)

Uykuda geçirdiğimiz saatlerin süresi insandan insana değişiklik gösterebilir fakat hepimiz uyumak zorundayızdır. Bir insan, bir şey yemeden üç hafta kadar yaşamını sürdürebilir fakat hiç kimse o kadar uykusuz kalamaz. Yapılan deneyler göstermiştir ki, insanlar uykudan mahrum bırakıldıklarında yalnızca fiziksel sağlıkları etkilenmekle kalmaz, ayrıca zihinsel sağlıkları ve konsantrasyon güçleri de bozulur.

H.P. Blavatsky, uykunun gerekliliğini şöyle açıklamıştır:
Ezoterizme göre, uykunun periyodik bir biçimde gerçekleşmesi, sinir merkezlerinin bitkinliğinin, özellikle de daha uzun süre hareket etmeyi reddeden beynin duyumsal sinir düğümlerinin bu şekilde düzenlenmiş olmasının bir zorunluluğudur. Eğer çalışamaz hale gelmişlerse, güçlerini başka bir planda veya Upadhi’de telafi etmeye mecbur kalırlardı. Hayat kaynağı tükenmiş bir durumdaki insan, bir takım şeyler arar. Örneğin, sıcak havadan dolayı bunalmış biri kendini soğuk suyla canlandırır. Uyku da güneşle aydınlanmış bir vadideki gölgeli bir sığınak gibidir.

Bizler, uykuda farklı şuur seviyelerinde bulunuruz ve uyanık kaldığımız zaman boyunca kullandığımız duyular ve yetenekler dinlenme durumundadırlar. Uyanık olduğumuz süre içinde beyin aktiftir, uykudayken ise bilinçsiz faaliyetleri kontrol eden beyincik idareyi devralır. Bundan dolayı uyku tamamıyla bilinçsizlik ve farkında olmayış hali değildir. Beynin belirli merkezleri uyanık bir durumdadır ve bir koruma görevlisi gibi hareket ederler. Tıpkı bir annenin gökgürültüsüne rağmen çok derin uyuyabildiği halde, bebeğinin ağlayışı ile uyanması gibi.

Uykudayken, duyuların farklı durumları iş başındadır; örneğin astral duyular gibi. Örneğin, uyurgezerlik durumunda, astral kontrolü tamamen elinde tutar ve astral beden, fiziksel bedeni peşinden sürükler. Onun kontrolü öylesine doğrudur ki, biz uyurgezer durumda yürüyenleri, daracık düz bir çıkıntı üzerinde bile düşmeden durur bir halde buluruz. Bu gibi şeyler, onların uyanık durumdayken yapmaya asla cesaret edemeyecekleri şeylerdir.

Bizler uykudayken, farklı bilinç seviyelerinde bulunuruz. Birkaç seviyede işler durumda olan tek bir şuur vardır. Teozofi dört şuur durumundan bahseder; Jagrat, Swapna, Sushupti ve Turiya.

Bir Atma-Buddhi ışını olan daha da yüksek Manas, insandaki ‘üst benlik’tir. Her yeni enkarnasyon ışını kendi kendini tasarlar ve bu “bedenlenmiş Manas” olarak adlandırılır. Enkarnasyonda, Manas ikili hale gelir; yani ya arzulara doğru aşağı çekilir Kamamanas ( arzu zihin) olur ya da Buddhi durumuna doğru yükselir olur. Bedenlenmiş Manas'ın bir unsuru, arzuların ve dünyasal olayların içine dalmıştır, fakat Manas’ın gelişmemiz için kişiliğimiz üzerinde çabalamak zorundayken kendisini hapishanedeymiş gibi hisseden daha yüksek bir unsuru da vardır. Uyku boyunca bizlere daha yüksek ilke ve prensiplerle temasa geçme fırsatını veren Manas’ın bu görünümü, uyanık durumdayken tamamıyla hareketsiz olan Buddhi ve Atma halleridir.

Şuurun bu dört durumuna, eşmerkezli daireler şeklinde bakılabilir. Turiya, spiritüel şuur durumunun en yüksek hali ve merkezidir. Atma’ya, en yakındır. Bu durum yalnızca bilgelerin ve kahinlerin, istediklerinde girebilecekleri bir durumdur.

Jagrat uyanık durumdur ve diğer ucun en sonu ve merkezden en uzak olanıdır. Bir kişi Sushupti'ye doğrudan doğruya ulaşamaz. Bu, derin uyku halidir. Çünkü ikisinin arasında rüya görme durumu olan Swapna vardır. Uykuya dalarken, Swapna ya da rüya haline gireriz. Fakat bu rüya durumu - Jagrat'dan Sushupti’ye geçerken- biz Sushupti'den Jagrat'a geri gelirken girdiğimiz rüya durumundan tamamen farklıdır. Bu tür rüyalar, mekanik hareketler olan arzularımızın birleşmesiyle üretilirler. Bu rüyayı görenin faal halde olan mantığı değil, içgüdüsüdür. Hatta hayvanlar da bu tür rüyalar görürler.
Freud’un teorisi yalnızca bu rüyaları kapsamaktadır. Onun teorisi vasıtasıyla, bastırmaya çalıştığımız ve bilinçaltına ittiğimiz rasyonel ve irrasyonel arzularımızın, rüyadaki ifadelerini bulabiliriz.

Rüya durumundan Sushupti’ye veya rüyasız uykuya geçebiliriz. Bu durumda, düşük seviyeli hisleri ve idraki içine alan aşağı düzeydeki tabiatımız, tesirsiz hale getirilmiştir. Burada bir gardiyan gibi kişiliğimiz içinde tamamen sarıp sarmalanmış olan Manas’ın bu görünümü uykuya dalar ve uyanık durumdayken esir olarak tutulmuş olan içimizdeki insan, Buddhi-Manas ile birleşmek üzere serbest duruma gelir. Gardiyan, yarı uyku halindedir ve içimizdeki insanın düşüncelerine ve hareketlerine, bir pencereden bakar gibi arasıra kısa bir bakış atar.

Sushupti’de kişiliğimizin engellerini ortadan kaldırarak, gerçek varlığımızla başbaşa oluruz. Upanişadlar’ın söylediği gibi: “Burada baba artık baba değildir, ne anne annedir, ne de dünya dünyadır...” Hatta, en katılaşmış suçlu bile, rüyasız uykunun bu basamağından hızlı bir şekilde geçer.
Gerçekten de, deneylerin gösterdiği gibi, Sushupti şuur planındaki uyku durumundan mahrum kalan insan tamamen yorgun olarak uyanır. Burada üst benliğimiz tamamen kendi planında kendi başına hareket eder, bütünüyle bilinçli ve herşeyi bilen bir durumdadır. O, eğer aralarında spiritüel uyum varsa, aynı plandaki diğer egolarla (benlerle) iletişim kurabilir. Bu durumdayken, biz daha önce aramızdan ayrılmış kişilerle de irtibat kurabiliriz. Bir kişi, uyandığında net olmayan hatıralara sahip olabilir. Fakat, iletişimde algıladığımız belirsiz hisler bize teselli verir.

Daha sonra biz bu rüyasız durumdan tekrar bir kez daha rüya durumuna geçeriz. Bunlar öyle rüyalardır ki; içimizdeki insanın (benin) yansıtmış olduğu deneyler ve fikirlerdir. Sushupti’de problemlerimize çözüm buluruz. Birçok sanatkar ve yaratıcı rüyalarından ilham almışlar veya uyanıkken halletmeye çalıştıkları problemlerin çözümünü rüyalarında bulmuşlardır.

Örneğin Alman kimyacı Kekule, rüyasında kuyruğunu ısıran bir yılan görmüş ve bu rüya sonucunda benzen molekülünün kapalı halka yapısına ulaşabilmiştir. Rüyada bulunan bu çözüm, sembolik bir formdur. Egomuz tarafından kullanılan kendi düzlemindeki bu dil, uyanık durumdayken bildiğimizden tamamen farklıdır. Demek ki Üst Benlik, vücudumuzda yaşamına yeniden başladığında, deneyimlerini beynimize aktarmakta zorlanır. O, imajlar ve resimlerle iletişimde bulunur.

Bazen uyanık durumdaki bilinç haline geçtiğimizde, bizim rüya deneyimlerimiz bozulup çarpıtılmış olur, görüntülerin karmakarışık ve anlamsız olduğu görülür. Bunlar, karışık rüyalar olarak adlandırılır. Bu süreçte, kehanette bulunmayla ilgili rüyalar ve net bir görüntü şeklinde geleceğe ait olaylar görülebilir. Tarih, birçok kehanet rüyası örneğiyle doludur.

Bazen rüyalarımızda uyarılar alırız. Uyanık olduğumuzda, arzularımızın ve isteklerimizin çeşitliliği yüzünden zihnimiz karışmış durumdayken, hangi tehlikenin içine gireceğimizi önceden göremeyebiliriz. Bu tip rüyalar uyarı rüyaları olarak adlandırılırlar. Bir insan iki şekilde rüyalar yoluyla uyarı alabilir. Ya Abraham Lincoln gibi kendi ölümünü bir önsezi, bir uyarı halinde alabilir veya eğer bu insan kolaylıkla rüyalarından etkilenmeyen biriyse, diğer bazı insanlar onun adına uyarı rüyası görebilirler.

Bir de geçmişi hatırlatan rüyalar vardır. Bunlar bizim geçmiş yaşam hatıralarımızın anılarıdır ve genellikle astralden toparlanan başıboş görüntülerdir. Astral ışık evrensel bir kayıt gibi olduğundan, orada geçmiş, şimdi ve gelecek bütün olaylar derin bir şekilde yer etmiştir.

Bundan başka, içimizdeki yeteneklerin gelişmesi için sık sık gördüğümüz ve bizi daha yüksek değerlerde yaşamaya yönlendiren rüyalar da vardır. Bu tip rüyalar, açıkça atağa geçer ve sürekli bizi takip ederler. Bu daha yüksek ve daha aşağı olan doğamız arasındaki bir savaştır. Eğer ki, kişinin isteği ve özlemi daha yüksek değerdeki yaşamdan geri kalmamak yönündeyse fakat bu isteği doğrultusunda günlük düşüncelerini değişime uğratıp bunların muhasebesini yaparak, hareketlerinde bunu uygulayamıyorsa, rüya tekrarlanacaktır. Belki de ayrıntılarda bir değişim meydana gelecektir. Fakat kişi aşağı değerlerdeki davranış türlerine tekrar dalarsa veya savaş, karşıt yöndeki yaşam ve düşünceler tarafından kazanılırsa, ya da mücadeleden vazgeçilirse, bu tür rüyaların görülmesi de bitecektir.

Farklı çeşitlilikteki rüyaların analizini yaptığımızda görüyoruz ki,
a) Sushupti safhasının deneyimlerini, uyanık durumda da hatırlayabilmek ve
b) Bu rüyaları yorumlamak çok önemlidir. Söylendiğine göre, bir rüya açılmamış bir mektup gibiyse anlaşılamaz. Rüyalarımızın anlamını açıklayabilecek olan kişiler yalnızca bizleriz. Ne başka bir kişi, ne de herhangi bir rüya kitabı bunu yapabilir.

Rüyasız uyku sürecinin deneyimlerini geri getirmek için Jagrat'dan Sushupti‘ye doğru giden iletişim (mesaj) kanalının açık ve net olması gerekir. Beynimizin bu rüyaların ne kadarını hatırlayabildiği, onun ne kadar gözenekli olduğuna bağlıdır. Beynimizin gözenekli bir yapıda olması için daha az kişisel arzuya sahip olmalı, materyalist uğraşları terk etmeli ve ahlaklı, erdemli bir yaşama yönelmeliyiz.

Zihnimizin bu durumu, uykuya geçiş öncesinde uyku haline hemen etki eder. Bundan dolayı, her gece kendi kendimizi imtihandan geçirme pratiğini yapmamız tavsiye edilir. Bizim güdülerimiz, yöntemlerimiz, alışkanlıklarımız, gün boyunca başkalarıyla kurduğumuz ilişkiler; hepsi de gözden geçirilmelidir. Herhangi bir kutsal metinden bir mısra tekrarlamak, kadim öğretilerden birkaç satır hatırlamak, zihni yatıştırmak ve bilinci Manas'a yükseltmek açısından yararlı olabilmektedir.

Rüyalar, gelişmemizde önemli bir rol oynarlar. Dolayısıyla, onların taşıdıkları mesajların anlamını çıkarmayı öğrenmek bizim gelişimimiz için gereklidir. Bu gece vizyonları, bilgeliği bir depoda toplamak gibidir. Uyanık durumdayken yanlış yapmamıza engel olan vicdanımızın sesi, bizim yüksek doğamızla bağlantı halindedir. Uyku sırasında ise, yüksek doğamızla daha fazla bağımız vardır. Bizler, bu gece vizyonlarından ruhsal gelişmemize destek olacak biçimde yararlanmayı öğrenmeliyiz.


Uphadi: Gölge ve şekil oyunu, evrensel doku.
Jagrat: Uyanık olduğumuzdaki şuur hali.
Swapna: Rüya gördüğümüz sıradaki şuur hali.
Sushupti: Kendini unutucak kadar derin uyku hali.
Turiya: Spiritüel şuurun en yüksek hali.
Atma-Buddhi: Aydınlanmış şuur.
Manas: Saf zihin, arzulara, dünyevi olana zincirlenmemiş zihin, zeka, insandaki ‘üst ben’şuurunun merkezi.

8 Ağustos 2016 Pazartesi

Açıl susam açıl

Açıl susam açıl
Open sesam open
Iftah ya simsim

1001 Gece Masalları
Ali baba ve 40 Haramiler
Ali Baba 40 Haraminin gizli hazineyi sakladığı mağaranın kapısını açar.

40 kişi bir meclis oluşturur.
Tasavvufta 40 makamı vardır.
40 günde yükselir ruhlar
40 ı çıkmak denir yaşamdaki çeşitli bilinç eşiklerinde.

Sesame yani susam Kabala'da shem-shamayim, cennetin adlarından biridir.

Susam, Babil maji rituellerinde kullanılan susam yağı ile ilişkilidir.

Sesam, Grekçe Samos, yani Sisam adası Ege denizindeki... Mısır'da inisiye edilmiş filozof, matematikçi Pisagor...kendisi de Pythia (Kahin) soyludur. (Pythagoras)

Arapça sim sim = gümüş, gümüş ip, bilinç kordonudur.

HPB nin ustat KH ile mektuplarında belirttiğine göre Tibet inisiyasyonlarında adaylar ebediyet kapılarının açılması için yinelerdiler bu cümleyi : "Açıl susam açıl"

Sihirli sözcükler, düşünce ve kalbin yuksek amaçlarla birlikte çalışarak kelimelere yüklediği enerjilerle meydana getirilirler... doğru niyetler ve doğru bilinç seviyesi ile aktive edilirler.

Bu nedenle keramet sozcukte değil insandadır.

Açılacak kapılar bilinç seviyeleridir, kapılar dışarı değil içeri açılır. Saklı hazine kendini bilmektir... Bu kez mağara, altın sırlarla dolu insanın ruhudur, öze dönüldüğünde keşfedilen haz(i)neler içerir...

Zahirden (dışrak olan, egzoterik) batına (içrek olan, ezoterik) geçmek anlatılır.

Tüm kahramanların yolculuğu önce kendi mağarasının derinliklerine girip oradan yükselerek gerçekleşir.

Dışarıdan herhangi bir güç bu idrak ve farkındalık kapılarını bizim yerimize açamaz.

Ilahi güçlerle, olağanüstü kozmik enerjilerle çevrelenmiş bile olsak onlara kapılarımızı açmazsak, içselleştirmezsek, madde seviyesinde kalır insanın gerçek potansiyellerini kullanmamış oluruz.

8.8.2016
Uğur Başak Arpacıoğlu






3 Haziran 2015 Çarşamba

Topraktan ateşten ve denizden doğanların en mükemmeli doğacak bizden...

Kimi can verir,
Kimi can bulur aynı günde...
Kimi geçmişte yaşar,
Bir parktaki ağacı düşünür,
Kimi gelecek için çalışır,
Köklerinden güç bulur,
Yeni tohumlara dönüşür.

3 Haziran 63'te ölümsüzleşen Nazım Hikmet'in deyişlerine kulak vermeli...
Geçmiş tecrübelerin hatıralarıyla oyalanmadan umut ekmeli...inşa etmeli
Geçmişin hürmetine, geleceğin hayrına yaşamalı, sevmeli
Yaşadığına değmeli.

Uğur Başak Arpacıoğlu, 03.06.2015, Moda


HİÇ BİR AĞAÇ BÖYLE HARİKULADE BİR YEMİŞ VERMEMİŞTİR

Topraktan ateşten ve denizden doğanların
en mükemmeli doğacak bizden...
ve insanlar ellerini
korkmadan
düşünmeden
birbirlerinin ellerine bırakarak
yıldızlara bakarak:
- "Yaşamak ne güzel şey!" diyecekler;
bir insan gözü gibi derin
bir salkım üzüm gibi serin
bir ferah
bir rahat
bir işitilmemiş şarkı söyleyecekler...
Hiç bir ağaç
böyle harikulade bir yemiş vermemiş olacaktır
Ve en vadedici
bir yaz gecesi bile
böyle sesler
böyle inanılmaz renklerle
sabaha ermemiş olacaktır.
Topraktan, ateşten ve denizden doğanların 
en mükemmeli doğacak bizden...

Nazım Hikmet RAN
17 Ocak 1902 – 3 Haziran 1963


4 Ocak 2015 Pazar

ÖZ'gürlük

Düşüncelerimizi farklı zamanlarda tekrar tekrar meşgul eder bu kavram...
Özellikle dış koşulların her planda sertleştiği zamanlarda... 
İç özgürlüğün motorunu yeniden keşfetmemizi istercesine...

Nedir özgürlük ? 

Canımızın istediğini yapmamız mıdır ? 
Sormalı: Gerçekten Can'dan mı gelir bu istek ? Yoksa nefsin körelmemiş arzularından mı ? 

Hoşumuza gideni seçmek midir ? 
Sormalı : Hoş'umuz neresidir ? Tatmin, keyif arayan neremizdir ? Hoş'umuza giden ne kadar özgürleştirir bizi ? Ne kadar bağımlı kılar kendine ? 

Özgür irademiz ile belirleriz nasıl bir insan olacağımızı, nasıl bir yaşam yaratacağımızı, elimizde olan malzemeyi nasıl şekillendireceğimizi.
Aynı zamanda seçimlerimizin sonuçlarına, onların doğurduğu sorumluluğa da bağlarız kendimizi, onları taşımaya ve karşılamaya da hazır olmayı unutmamalı... 

İstediğini yapmakta özgür olduğunu her düş'ündüğünde, 
Düşüncene gelene sormalı, bu "Varlığım için doğru mu ? İyi mi ? Evrimleştirici mi ?" 
Yoksa düş'künleştirici bir ağır zincir daha mı ?
Platon'un bundan yaklaşık 2500 sene önce Mağara Mitosu alegorisinde bahsettiği gibi.  

Her seçim yeni bağlar kurmaktır yaşamda, yaşamı dOKUmaktır. 

Düşünsel ve duygusal tutumlarımız ile yeni bağıntılar, bağlantılar kurarken sormalı : 
Bizi sınırlandırıyor mu ? Özgürleştiriyor mu ? 
Enerjimizi yükseltiyor mu ? Azaltıyor mu ? 

Her seçim, titreşim, hareket, ritm ve değişim prensipleri ile işleyen Hayat Okulu'nda bir istikamet tayin etmektir.

Attığımız adımlar, yaptığımız seçimler, varlığımızın amacına uygun düşer mi ? 
İzdüşümüm, öz düşüm müdür ? 
OLmaya geldiğim yOLda mıyım ? 

Rotamızdan uzaklaştığımızı nasıl fark edebiliriz ?  

Gölgeler uzuyor ise...Maddenin doğasında her zaman gölgeler olacaktır, ancak cismimizin direği bilincimiz Işık kaynağı ile aynı hizada olduğunda, gölgelerin en kısa hale geldiğini görebiliriz.  

Acılar, pişmanlıklar, kayıplar, korkular, vicdan muhasebeleri ile tekrarlan ikazlar artıyor ise... 

İrademizin, erkimizin, yaşama sevincimizin, sevgimizin, yaratıcılığımızın, zayıfladığını, kendimizden memnuniyetimizin, iç huzurumuzun azaldığını hissediyorsak...

Amaçlarımızı gözden kaybedip, araçlarımızı geliştirmeye yöneldiysek... 

Geleceğimizi tayin etmek, bunun için gerekli iç donanımımızı güçlendirmek yerine, AN'ın sunduğu fırsatların farkında olmayı kaçırarak, olup bitmiş -adı üzerinde- geçmişimizi eşeleyerek oyalanıyorsak...

Düşündüğümüzü, inandığımızı, OLması gerekeni gerçekleştirmekten çok daha fazla enerjiyi dileklerde, teorilerde harcıyorsak... 

Ayrılıklar, çatışmalar, bölünmeler içinde hissediyorsak kendimizi, hem kendi içimizde, hem de diğer varlıklar ile...Birlik ve kardeşlik hissi yerine. 
*
*  *
Hiçbir varlık nedensiz yaratılmamıştır ve bir vazifeyi gerçekleştirmek için maddesel dünyada tekamülünü gerçekleştirmektedir. 

Yaşamda deneyimlediğimiz her şeyin bir fonksiyonu vardır...Her fonksiyon matematiksel bir bağıntıdır. Yerdeki ile gökteki arasındaki benzerliği idrak ettiren, kimi zaman yansımalarla, kimi zaman simetri, kimi zaman ters simetri ve kimi zamanda birbirinin içine geçişme ile kendini gösteren...Hayat Okulu'nun koridorlarında yürürken göksel matematikten ilham alabiliriz...Evren zihinseldir.

Doğanın mükemmel matematiksel yasalarından biridir Karma. Etki tepki yasasıdır, eylem anlamına gelir, nedensellik zincirlerini oluşturur yaşamda. Görünenin ardındaki hayatın sırlarını idrak etmemiz için, evrimleşirken öğretir bizlere Evrensel Düzen'in dinamik matematiğini... 

Karma, yaşadığımız her şeyin bir nedeni, anlamı, öğretme, tamamlama vazifesi olduğunu işaret eder. Ne ekersek onu biçtiğimizi ve yeni tohumlar ekmekte özgür olduğumuzu söyler bize. Her plandaki eylemlerimizle yaydığımız titreşimlerle yeni yaratımlar süreci açtığımızı anlatır. 

Olmamız gereken'i, Dharma'mızı bulana kadar hareket içindeki dengeyi öğretir. Hakikat'e götüren Yol'u insan vasıflarımızla nasıl daha bilinçli olarak ve yeni acılara sebep vermeden yürüyebileceğimizi göstermek için. 

Karma, ne cezadır, ne ödül, telafidir, bozulan dengenin tazminini yeniden kurmak için. Ödülü için değil, ödevimiz olduğu için yapılan doğru eylemdir ile eylemdeki eylemsizlik öğretisidir. Özgür irademiz ile sorumluluk kendimizdedir. 

"Bugünkü yaşamımız dünkü düşüncelerimizin, yarınki yaşamımız da bugünkü düşüncelerimizin eseridir. Yaşam aklın eseridir. Aynen araba tekerleklerinin atları izlemesi gibi saf olmayan akılla davranan kişiyi de acılar takip eder. Hayat acılardan ibarettir. Bugünkü “Sonuç” dediğimiz olgular geçmişin “Neden”leridir, yarınki sonuçlar da bugünkü nedenlerdir. Acıların nedeni tutkulardır, arzulardır. İnsanın hiç bitmeyen tutkuları  ve arzuları." 
Siddharta Gautama Buda 


"Her gün kendi ellerinle inşa etmiş olduğun yoldan yürürsen, olman gereken yere varacaksın. " 
Eski Mısır Atasözü 
*
*  *
Bir köle olarak M.S 1.yy'da yaşamış olan filozof Epiktetos gerçek özgürlüğün görünende değil, kişinin kendi içinde olduğunu söyler:  

"Dünyada olup biten şeylerin bir bölümü elimizdedir. Bir bölümü de değildir. Elimizde olanlar; düşüncelerimiz, yaşayışımız, isteklerimiz, eğilimlerimiz, bir kelimeyle bütün davranışlarımızdır.
Elimizde olmayanlar; mal, şöhret, başkalarının düşündükleri gibi şeylerdir.
Elimizde olanlar tabiatları dolayısıyla özgürdürler. Hiçbir şey onları durduramadığı gibi onlara engel de olamaz.
Elimizde olmayanlar ise güçsüz, boyunduruk altında, binlerce engel ve terslik içinde olup bütün bütün bize aykırıdırlar.

Öyleyse hatırla ki, tabiatları dolayısıyla esir olanları hür ve başkasına bağlı olan şeyleri sana ayrılmış sanıyorsan her adımda engellerle karşılaşacak, kırılacak, üzülecek ve Tanrı’dan da, insanlardan da şikayet edeceksin. Buna karşılık senin olanı benimser ve başkasının olanı da başkasının iradesinde sayarsan; o zaman kimse sana istemediğini yaptıramadığı gibi, istediğini yapmana da engel olamaz. Dolayısıyla kimseden sızlanmaz, kimseyi suçlandırmaz ve istemeden hiçbir işi yapmaya zorlanmazsın. Kimse sana bir kötülük edemez, düşmanın olamaz ve başına zararlı bir şey de gelmez.

Uyan! 
Önce, dünyada elinde olanlarla olmayanları ayır; 
hayatını buna göre yaşamaya çalış. 
Senin elinde olanlar sana ait hür olarak kullanacaklarındır. Başkasına verilenleri isteyip, zorla elde etmeye kalkarsan hürriyetin biter ve esirliğin başlar. 
Hür kalmak istersen, 
seni esir durumuna düşürecek hırs ve açgözlülüğü kendinden uzak tutman gerekir."


Maddesel yönümüz yerçekimine ve diğer fizik yasalara tabidir, doğası gereği kusurları ve sınırları vardır. İrade gücümüzün kökenleri ise gökseldir ve evrensel yasalara uyumlu ve insanın doğasına uygun olarak yaşadığımızda bilincimizde özgürleşmeye ve kişiliğimize ait sınırlarımızı genişletmeye başlarız. 


"Gerçek özgürlük, doğayı yöneten uyumlu yasalara itaat etmektir."der Filozof Guzman. 

Kadim Tibet metni Sessizliğin Sesi de ekler: "Doğaya yardım et ve onunla çalış, seni yaratıcılarından biri olarak kabul edecek ve sana itaat edecektir."
*
*  *
Var oluşumuzun nedenini keşfetme yolculuğunda 
Göksel bağları güçlendirip, 
Kendimizin ve evrenin sırlarına yönelmektir
Öz'gürlük 
Sonuçlarla hareket etmek yerine, 
Yeni nedenleri yaratma gücümüzü fark etmektir,

ÖZgürlük 
ÖZümüzün gür olması,
ÖZde saklı güçlerin uyanması, 
Yaşamımızda her plana gürül gürül akmasıdır...

Öz'ümüzden gelen kudretin 
Düş'üncelerimize ilham vermesidir,
Duygularımıza coşku katmasıdır, 
Enerjimizi yükseltmesidir, 
Fizik bedenimizde artan canlılıktır. 

Öz'erkliktir... 
İç kudretimizi engelleyen bağımlılıklardan kurtulup, 
Doğa ile evren ile diğer varlıklarla sıkı bağlarla örülmüş kaderimizin içinde 
ÖZgür irademizi kullanmaktır. 
Beklentiler içinde pasif kalarak beklemek yerine, 
harekete geçmektir, yaşamda aktör olmaktır. 

Gezegenlerin evrensel yasalarla uyum içinde kendi yörüngelerinde ilerlerken özgür olması, aynı zamanda bütünün içinde kendi payına düşen vazifelerini yerine getirmesi gibi... 

Her kuşun uçmak için ihtiyaç duyduğu rüzgarlarla uyum içinde hareket ederken, kanatlarındaki gücü kullanarak gökyüzünde yükselmesi gibi...
*
*  *
Özgürlük kaybedecek hiçbir şeyin kalmaması halidir. 
Onurdan, adam olmaktan başka ne var ki gerçekte sahip olduğumuz? 
Sahip olduğumuzu zannettiğimiz ? 
Sahip olma peşine düşüp de var olmaktan vazgeçmektense...

İçinde özgürleşme isteği duyuyorsan, 
bağımlılıklarını irade kılıcıyla keserek, 
yaşamın akışında yükselebilirsin. 
Varoluşuna layık olmaya çabasıyla yaşayarak,  
Özünde taşıdığın yolcunun verdiği sözler olduğunu unutmadan.

"To BE or not to BE" 
Olmak ya da olmamak 
İşte bütün mesele bu... 
*
*  *
ÖZgürlük
Ne olacağını seçmek için,
Benlik bilincini BİR'liğe doğrultmak için, 
Cevherini keşfetmen için, 
Hakikati'ne ulaşmak için, 

Varlığının duyduğu ÖZlemdir,
AŞK'tan kaynaklanır.

Gerçek Aşk özgürdür,
Hakikat Aşkı özgürleştirir.
Bu Hakikat üzerinde birleşmeye çağrılıyoruz...

B'aşk, 04.Ocak.2015, M'oda


 Prometheus 

31 Aralık 2014 Çarşamba

ZamAN kaçıyor...

Bir yılbaşı daha...
Yeni bir 365 günlük devir daha...
Zamana bağlı yaşam döngümüzde yeni bir kapı daha...

"Daha" lar usandırmasın, uslandırsın bizleri...

Peki NEDEN yaşayacağız bu gelen yılı ?

- Neden ?
- 6 soru cümlesinin içinde ilk akla gelenin aslında en cevapsız oluşu ne tuhaftır değil mi ? Kim? Ne? Nerede? Ne zaman? Nasıl sorularının mutlaka doğru ve kesin bir cevabı varken...
 
Neden... hep değişik cevapları ve yeni soruları getirir. Diğerlerinin tüm cevaplarını görebilir hatta elimizle dokunabilirken "Neden" insanın içinde bir yerde gizlidir.
- Bu yüzden mi en çok nedeni merak ederiz dede? (Dedemin insanları filminden alıntıdır.)



Biz dünyalılar gezegenimiz dönerken, kendi yerel saatimiz geldiğinde, 00:00 kapısından geçerken, bir kez daha umudu ve mutluluk isteklerimizi dile getireceğiz kutlamalarda, kucaklaşmalarda, çeşit çeşit sesler, renkler, danslar, titreşimler yankılanacak yeryüzünde...

Her yılbaşında hepsi tek bir şey söylüyor içteki kulağıma:
"İnsanoğlunun umut çığlıkları"

Aynı gezegenin başka yerlerinde, başkaları için sıradan bir gece olacak belki de...
Bizim kadar şanslı olamayan kardeşlerimiz için belki de zorlu imtihanlar içinde hastanelerde, belki de soğukta açıkta, açlıkta...

"Bu yeni yılda umudu zamana değil kendimize yerleştirelim"...diyor bir filozof.

Ne başkalarından ne de zamandan beklemeyelim...
Elimizde olanı idrak edip iyi kalbimizin söylediğini yapalım...
Kendimizden olabilecek en iyi olanı...
Sadece kendimiz için değil herkes için iyi olanı...
Nedenlerimiz derin ve anlamlı Olsun.

Takvimler dönerken bu gece tek bir dileğim var hepimiz için :

Gezegenler, atomlar devinirken, her şey evrimleşirken, düşüncelerimizde sadece kişiselliğimize ait istekler yerine, küçük ve kısa kişisel hayatlarımızda geçici ve sonlu hevesler yerine, insanlığın evrimine daha bilinçle katılmak için yer açalım.

Gezegende aldığımız yerin ve var oluşumuzun hakkını vermek için yaşayalım.
Mutluluğu geçici olanda değil kalıcı olanda arayalım...

Bizim yaşamdan beklediklerimizi listelemek yerine,
Yaşamın bizden beklediğine çevirelim bilinç antenlerimizi...

Geçmiş yeni yıllardan aldığımız tecrübelerle,
gelen yeni yılın hayatımıza kattığı yenilenme ve başlangıçlar dürtüsüyle,
tekamülümüz için gerekli olanları yapma şuurunu kazanmak
ve YOLda olmamız dileklerimle.

“Zaman kaçıyor” yazardı Antik Roma'da kapılarının üzerinde… 

Bilincimizi aydınlık ve yüksek tutalım.
Karanlığın içinden geçelim birlikte 
Hoşgörüyle, sevgiyle
Yeryüzünde Işık çoğalsın...

Mutlu ve umutlu yıllar...

B'aşk
31.12.2014, 00:00 , Moda

Benim hala umudum var
isyan etsem de istediğim kadar
inad etsem bile bırakmazlar sahibim var
benim hala umudum var
seviyorlar bazen soruyorlar
hayran hayran seyret ister katıl ister vazgeç
güzel günler bizi bekler
eyvallah dersin olur biter
boyun büküp önünde
ağlasam sessizce
şu garip gönlüm affolur mu?
bu fırtına durulur mu?
benden adam olur mu?
korkarım, aşka zararım dokunur mu?
elveda sana yeter tamam
bitsin artık bu dram bu fotoroman
ham meyvayız hala koparmışlar dalımızdan
güzel günler bizi bekler eyvallah dersin olur biter
güzel günler bizi bekler eyvallah dersin geçer gider
bıraksam kendimi şöyle oh ne rahat
bu da geçer gülüm yaşamana bak
alınacak dersler var sorulacak sorular bu da geçer gülüm bizden bu kadar
benim hala umudum var
isyan etsem de istediğim kadar
inat etsem bile bırakmazlar sahibim var




22 Aralık 2014 Pazartesi

Sonsuzluk AYNası

Ne dün var, 
Ne yarın...

Hepsi AN'daki
bilinç Ayn'ANda

iç içe
geçer zamAN

seyr'üseferde insAN


21.12.2014
B'aşk 

* Ayn= göz / kaynak, pınar /  bir kimsenin veya şeyin kendisi, özü. 




3 Nisan 2013 Çarşamba

Gürültü patırtının ortasında sükunetle dolaş


Kadim bilgilere kulak veriyorum yine...Günlük zihinsel beslenmemi yapmak ve gündelik yaşamda tozlanan zihin aynasını parlatmak için.

Xsantos’tan M.Ö 9 yy’dan günümüze ulaşan eski bir tapınak yazıtını bir kez daha çıkarıp okuyorum, bir defa yetmiyor insana. Kendini tanıma yolculuğunda menzili gözden kaybetmemek için, neden yaşadığımızı, nasıl yaşamak gerektiğini sürekli hatırlamak için, her zaman ve herkes için geçerli, bilinci yükselten bilgelik öğretilerini yineleyerek yenileniyorum.  

Onları okudukça, her daim özümüzde bulunan, ancak çevremizdeki ve içimizdeki gürültülerden her zaman işitemediğimiz, sadece ona kulak verdiğimizde duyulabilen “Sessiz Konuşmacı”nın rehberlik yapan sözlerini duyabiliyoruz. Ruhumuzu yakalayan sözleri…

Yaşam denen bu gizemde evrenin ve kendisinin varlığını sorgulayan, hayatın anlamını arayan herkesin içinde yaşayan insanlığın tecrübelerin birikiminin kolektif, ezeli ve ebedi deyişleri bunlar. Adam olma yolunda yürüyen, yaşam okulunda büyüyen insanoğluna eşsiz öğütler.

“İnsanları yargılarsan onları sevmeye zamanın kalmaz.” diyor bilgeler ve ekliyorlar “Öğretileri yargılarsan onları anlamaya da...”

Kadim öğretilere kulak verelim. Onlar geçmişe ait değiller, geçmişten günümüze uzanarak bugünün insanının anlayışı ve uygulamaya geçirmesi için o büyük hafızada korunarak bizlere aktarılıyorlar…Zamansız bir kütüphane gibi. Kapısının açılmasını bekleyen... 

İçlerindeki bilgeliği özümsemek için onları anlayabileceğimiz seviyelere indirmek yerine, kendi bilincimizi kadim öğretilerin seviyesine yükseltmeyi deneyelim.

Anahtar kendi içimizde bulunuyor.


“Gürültü patırtının ortasında sükunetle dolaş; sessizliğin içinde huzur bulduğunu unutma.

Başka türlü davranmak açıkça gerekmedikçe herkesle dost olmaya çalış.

Sana bir kötülük yapıldığında verebileceğin en iyi karşılık unutmak olsun. Bağışla ve unut.

Ama kimseye teslim olma. İçten ol; telaşsız kısa ve açık seçik konuş.

Başkalarına da kulak ver. Aptal ve cahil oldukları zaman bile dinle onları; çünkü, dünyada herkesin bir öyküsü vardır.

Yalnız planlarının değil, başarılarının da tadını çıkarmaya çalış.


İşinle ne kadar küçük olursa olsun ilgilen; hayattaki dayanağın odur.

Seveceğin bir iş seçersen yaşamında bir an bile çalışmış ve yorulmuş olmazsın.

İşini öyle seveceksin ki, başarıların bedenini ve yüreğini güçlendirirken verdiklerinle de yepyeni hayatlar başlatmış olacaksın.

Olduğun gibi görün ve göründüğün gibi ol.


Sevmediğin zaman sever gibi yapma.

Çevrene önerilerde bulun ama hükmetme.

İnsanları yargılarsan onları sevmeye zamanın kalmaz.

Ve unutma ki; insanlığın yüzyıllardır öğrendikleri, sonsuz uzunlukta bir kumsaldaki tek bir kum taneciğinden daha fazla değildir.

Aşka burun kıvırma sakın; o çöl arasındaki yemyeşil bir bahçedir. O bahçeye layık bir bahçıvan olmak için her bitkinin sürekli bakıma ihtiyacı olduğunu unutma.

Kaybetmeyi ahlaksız bir kazanca tercih et. İlkinin acısı bir an, ötekinin vicdan azabı bir ömür boyu sürer. Bazı idealler o kadar değerlidir ki, o yolda mağlup olman bile zafer sayılır.


Bu dünyada bırakacağın en büyük miras dürüstlüktür.

Yılların geçmesine öfkelenme; gençliğe yakışan şeyleri gülümseyerek teslim et geçmişe. Yapamayacağın şeylerin yapabileceklerini engellemesine izin verme.

Rüzgarın yönünü değiştirmediğin zaman, yelkenlerini rüzgara göre ayarla. Çünkü dünya, karşılaştığın fırtınalarla değil, gemiyi limana getirip getiremediğinle ilgilenir.


Ara sıra isyana yönelecek olsan da hatırla ki, evreni yargılamak imkansızdır.

Onun için kavgalarını sürdürürken bile kendi kendinle barış içinde ol.

Hatırlar mısın doğduğun zamanları: sen ağlarken herkes sevinçle gülüşüyordu.


Öyle bir ömür geçir ki, herkes ağlasın öldüğünde, sen mutlulukla gülümse.

Sabırlı, sevecen, erdemli ol.

Eninde sonunda bütün servetin sensin.

Görmeye çalış ki , bütün pisliğine ve kalleşliğine rağmen dünya yine de insanoğlunun biricik güzel mekanıdır.”

Xsentos, M.Ö.9.yy
 
 


 

 

 

30 Mart 2013 Cumartesi

Bir erdem olarak ARAŞTIRMAK

Nereden başlasam derken, daha önceleri karaladığım bir kaç satır düştü önüme ve aklımdaki fikirler toplanıverdi etrafında. Bu blogu açmamın nedenlerini anlatacak satır aralarında.
...
Her zamanki gibi çalışmaya sözcük anlamlarıyla başlıyorum, biriktirdiklerimi ilişkilendirerek aktarıyor, düşünceleri akışına bırakıyorum...

Araştırmak, bir bilgiye ulaşmak ve ortaya çıkarmak için zihinsel bir arayıştır. Sormak, sorgulamak, eklektik (karşılaştırmalı) bir yöntemle incelemek, elde edilen bilgileri ayırt etmek, değerlendirmek, analiz etmek ve sentez yapmaktır. Araştırmak, yaratıcı bir çalışmadır ve bilgilerin birbirleriyle ilişkilendirilerek, birleştirilerek, yeni uygulamalar yaratmak için kullanılmasıdır. Düşünce gücünün etkin ve bilinçli bir şekilde kullanılmasıdır.

"Her insan doğası gereği bilmek ister" der Aristoteles Metafizik kitabının ilk cümlesinde.

Araştırmak, merak ile başlar. Koyduğumuz ilgi ile gelişir. Zihinsel bir tutkuya benzer. Bizde eksik olanı ararız, araştırırız. Merak ettiğimiz konu ile aramızda bir çekim gücü oluşur ve bilgilere doğru yürürüz...yaklaşırız.

Araştırma, arama, öğrenme, bilinmeyeni bilinir yapma sürecidir, ancak bilebileceklerimiz kaynaklarımızla, kapasitelerimizle, bilincimizin seviyesiyle ve insani doğamızla sınırlı olduğundan, sonu olmayan bir çalışmadır. Ufuğa doğru bir yürüyüş gibi...Yürüdükçe bilgimiz artar, ancak her zaman bilmediklerimiz daha fazladır...Yürüdükçe uzaklaşan bir ufuk çizgisi gibi...

Bilgileri zihinsel besinlere benzetiyorum. Bedensel açlık ile zihinsel açlığı birbiriyle karşılaştırarak düşünüyorum. Bilgi sever bir insanın iştahla araştırma yapması, özel lezzetlere düşkünlüğü ile bilgilerin peşinden gitmesi, onları tadarken keyiften dimağının sulanması geliyor gözümün önüne.

Bu benzetmede bilgilerin içselleştirilmesiyle ilgili bir anahtar bulunuyor aslında. Nasıl harika yemeklerle donatılmış bir masaya bakıp önünden geçip gitmiyorsak, afiyetle yiyor, sindiriyor, sonra enerjiye, eyleme dönüştürüyorsak araştırma sonucunda ulaştığımız bilgileri yaşamımızda faydalı hale dönüştürebilmek için de aklımızı kullanarak benzer bir çalışma yapmalıyız.Aradaki fark şu, bedenimizde gerçekleşen bu süreç kendi zekasıyla bizim yönlendirmemiz olmadan gerçekleşirken, zihinsel süreç için bilinçli bir emek gerekiyor.

Duyularımızla, aklımızla, tecrübeler ile edindiğimiz bilgileri sorguluyor, üzerine düşünüyor, onları ilişkilendiriyor, çözümlüyor, özümsüyor ve topladığımız bilgilerden kendi düşüncelerimizi üretiyor muyuz ?


"İnsan yediğiyle değil, hazmettiğiyle yaşar" diyor bir filozof. Bilgiler onları okuduğumuzda değil, ancak ve ancak onlar üzerine düşündüğümüzde bilincimize geçerler. Öğrendiğimiz bilgileri yaşam içinde uygulamaya koyduğumuzda bizim olurlar. Aksi takdirde zihinsel halde kalarak zamanın aşındırması ile unutulmaya yüz tutarlar.

Beden sağlığımıza çok önem veriyoruz, ya aklımızın sağlığına ? Fiziksel beslenme sözkonusu olunca önümüze gelen herşeyi yemiyor, son kullanma tarihine bakıyor, titiz bir şekilde seçiyoruz. Peki ama zihinsel beslenme için ne yapıyoruz ? Ne ile besliyoruz aklımızı ? Okuduğumuz, duyduğumuz, gördüğümüz bilgilerden hangilerini zihnimize alacağımızı seçiyor muyuz ? Faydalı ve zararlı olanı, iyi ile kötüyü birbirinden ayırt etmeyi biliyor muyuz? Sağlıklı, güçlü, net fikirlerimiz var mı ? Zihinsel olarak eksik ve sağlıksız beslenmenin sonucunda zayıflıklar, endişeler, şüpheler, korkular, takıntılar, güvensizlik, emin olmama, karar verememe, görüşün azalması, dengesiz fikirler, olumsuz düşünceler, takıntılar vb. yaşamaya başlıyoruz. Ne yersek o oluyoruz...

Bilgi, zihnin doğası ve bilinç ilişkilerine başka bir yazıda devam edeceğim.
Düşünme ve bilgileri yaşama geçirme üzerine yeni yazılarda buluşacağız.

Bu blogun yaratılmasındaki en önemli neden bu; bilgi çağında bilgi tüketiminden bilgi üretimine geçebilmek, bilmeyi, araştırmayı, düşünmeyi sevdirmek.
Bunu bu sanal ortamın dipsiz kuyusunda yapmaya niyetlenmiş olmam da zamanın gereği.
Geçmişin derinliklerinden günümüze uzanan kadim bilgilerin sağlam, eskimeyen, her daim geçerli öğretileri ile beslenen, o ipe sıkı sıkı tutunan ve onları yaşamaya gayret eden bir insan olarak herkese faydalı olmaları niyetiyle, bilgileri aktarma ve yaşatma sorumluluğunu hissediyorum.

Bugünlük araştırma erdemi ile ilgili ilham veren sözlerle düşünce güncesinin sonuna geliyorum.

"Araştırma, zihinsel ve sezgisel yeteneklerin çift taraflı bir akıntı olarak insanın içine ve dünyaya doğru nüfuz etmesidir." Delia Steinberg Guzman


“Hakikat yolu aranmakla bulunmaz. Ama bulanlar ancak arayanlardır.” Beyazıd-ı Bestami

“Bilgeliğe ulaşmamıza izin veren, öğrendiklerimizin içselleştirilmesi, gerçek inceleme, araştırmadır.” Delia Steinberg Guzman

“Ben bir şeyler bilerek doğmadım; eskiye düşkündüm ve onu şevkle aradım.” Konfüçyus

“Tek bildiğim hiçbir şey bilmediğimdir, ancak isteğim araştırmaya devam etmektir.” Sokrates

Sevgiyle ve sağlıcakla kalın.
Uğur Başak Arpacıoğlu