3 Ocak 2014 Cuma

Yenilmez savaşçının yolu: Savaş sanatları - Martial Arts

Martial Arts, savaş sanatları, dışarıda bir güçle, bir başkasıyla yapılan savaş, dövüş teknikleri değildir. Amacı ve kökenleri insanın kendi içindeki savaşı, yani ruhun nefs ile mücadelesine dayanır. 

Karakterin formasyonunda bu terbiye için kullanılan teknik ve sanatsal eğitimleri kapsamaktadır. Savaş sanatları özünde dışarıda yapılan bir savaşa hazırlanmaya değil, içimizdeki savaşta galip gelmenin zaferine hizmet eder. Martial arts - savaş sanatları, iç güçlerini dengelemeyi ve tamamlanmayı arayan cesur ruhların yürüdüğü bir yoldur. 

Martial Arts- savaş sanatları- adını mitolojideki savaş Tanrısı Mars'tan alır. Roma'da Mars'ın Grek'teki karşılığı Ares'tir. Zeus ve Hera’nın oğludur. Mars'ın taşıdığı iç güç kırmızı kan rengindeki gözlerle ifade edilerek gösterilir. Ancak sık düşülen hatalardan biri bu rengin gözünü kan bürümesinden, öfkesinden geldiğinin zannedilmesidir.Oysa Mars’ın gözündeki kırmızılık gerçek savaşçının amacı olan ışığın karanlık üzerinde zaferi için kalbinde duyduğu tutkunun, Aşk’ın gözlerine yansımasıdır.

Güç dengelenmedikçe kişinin kendisine ve diğerlerine zarar verir. Bu gücün birleştirici ve yapıcı hale dönüşmesi ancak bilgelik ve aşk ile harmanlanmasıyla mümkün olur. Savaş her zaman fizik güç ile yapılmaz. Yenilmez savaşçı, savaşı öldürmeden ve içine kapılıp nefsine yenilmeden kazanabilendir. Ve ancak kendi nefsi üzerinde hakimiyet sağlayabilen kişi, merkezinde dingin kalarak tüm durumların ve düşmanların üzerinde kalabilir.

Savaşçının zıtlıkların üzerine çıkarak dingin merkezine ulaşması için ihtiyacı olan anahtar: Athena’nın gücüyle birleşmek, dengelenmektir.  Dişil (yin) savaş tanrısı Athena, Zeus’un ve Hikmet tanrıçası Metis’in kızıdır. Athena zekayı, bilgeliği, sanatları, stratejiyi, ilhamı ve akıl ile savaşmayı, koruyucu güçleri temsil eder. O’nun savaşı içte ve dışta barışı korumak içindir ve barışı simgeleyen zeytin dalı sembollerinden biridir.

Maddiyat üzerinde manevi olanı korumak, geçici beden üzerinde ruhumuza öncelik vermek için yapacağımız tüm mücadelelerimizde, potansiyel güçlerimizi (erdemler) ortaya çıkararak, bilgelik aşkı (felsefe) ile birleştirmek ve içimizden dışımıza ışığı yeryüzünde çoğaltabilmek için ilham olması dileklerimle…


“Yurtta sulh, cihanda sulh.” M.K. Atatürk

Mars ve Athena iradenin temsili olan bilgelik kılıcını onurla birlikte taşıyorlar. 


1 Ocak 2014 Çarşamba

İmtihanlardaydı, fark etseydi kurtulacaktı

Topraktaki madenlere benzer insanın özündeki cevherler. 
İnceden inceye uğraşarak o madeni topraktan ayırmak gerekir. Bir bahçıvan gibi...
Nefisle mücadeleden amaç budur, nefsi tortularından süzmek, özünü meydana çıkarmak ve insani nefis haline getirmektir. Ekilen bir tohumun üzerine taş gibi engeller gelirse büyüyemez. Ancak ayıklanırsa o bitki sıhhat bulur ve güzel bir gıda olur. Her insanda ekilmiş nice tohumlar vardır. Bu manevi tohumların büyümesi için nefsi terbiye etmek, perdelerini açmak, hayvani sıfatlardan kurtulmak gerekir.

İnsan bilincinin yükselebilmesi ancak nefse muhalefet etmesiyle mümkündür. Ruhun esâreti nefsin hürriyetidir. Nefsin istek ve arzularına hakim olmadıkça ruhu diriltmek mümkün değildir. Nefsin işgali altındaki ruh ya hastadır ya da canlı cenazedir. Mücadele yapıldıkça, nefis azar azar küçülür, kuvvetten düşer.Ancak nefis ne kadar zayıflarsa zayıflasın, küçülürse küçülsün, ancak sıfatını değiştirir. Mesela aslansa kedi olur, sinek olur. Her zaman tehlikelidir ve korunmak gerekir. Ne kadar küçülse de yine de tehlikelidir, eylemlerini sürdürmek ister.

Ruh ve nefis iki ordu gibidir, devamlı mücadele halindedirler. Hangi taraf ne kadar alırsa orası onundur. Hepsini alırsa işgal eder, diğerini esir alır. Aydınlanmanın ışığı ise Venüs yıldızı gibidir, nefsin karanlığını deler geçer. Birliğin tohumu insanın her yanına dallanmıştır ve onu kaplamaktadır. 

Kendisi ile dargın olanı önce kendisi ile barıştırmak gerekir. Çünkü onun nefsi ile ruhu çoktan arayı açmıştır. Kendi kendisi ile barıştırılmazsa, Hakikat'e ulaşmaya imkan kalmaz. İki şey birbirine yapışık olursa araya başka bir şey giremez, ara açılırsa herşey o mesafeyi doldurabilir. 

Nefis terbiyesine verilen güzel bir örnek buğday tanesidir. Bir buğday tanesi toprağa düştüğü zaman önce çürür, varlığı yok olur. Sonra filiz verir, birçok başak yetiştirr. Olgunlaşıp başını eğince biçilir. Harmanlarda atların ayakları altında, makinelerde haddelerin arasında çiğnenir. Taneleri ve samanları ayrılır. Buğday ambara, saman samanlığa konur. Bütün bunlara rağmen buğdayın işi bitmez. Değirmene götürülerek taşların arasında ezilir ve un haline gelir. Bu kadarla da bitmez, su ile yoğrulup hamur olur. Sonra fırına atılır. Şiddetli ateşler içinde uzun zaman yanar ve pişer. Güzel bir ekmek haline gelir. Ancak bundan sonradır ki faydalı bir gıda haline gelmiştir.
Ekmek fırına girip piştiği gibi, insan da imtihanlardan geçerek pişer ve olgunlaşır.

Başak Arpacıoğlu