25 Ağustos 2017 Cuma

BÜYÜCÜNÜN YOLU (OKYANUSTA BİR DAMLA)

Bir sabah Arthur, hasır yatağından kalktığında, Merlin'in karşıdaki mağaradan baktığını gördü.
“Kötü bir rüya gördüm” diye mırıldandı Arthur. "Dünyada bir tek ben kalmıştım. Benden başka kimsenin olmadığı ormanlarda ve yollarda dolaşıyordum."

“Rüya mı?” dedi Merlin. “O bir rüya değildi. Sen gerçekten de dünyadaki son insansın.”
“Ama bu nasıl olur?” diye sordu Arthur.
“Dünyadaki tek insanın, en son insan olduğunda da hem fikiriz değil mi?”
“Evet.”
“O zaman, insanların gelecekte ego dedikleri sana ait ben imajı'ndan bakarsak teksin.”
“Bunu nasıl söyleyebilirsin? Sen ve ben burada birlikteyiz, değil mi? Ve binlerce insanın yaşadığı köy ve kasabalardan geçtik.”
Merlin başını salladı. “Kendine dikkatlice bakarsan nesin ki? Deneyimlerini sürekli anılara dönüştüren bir yaratıksın.” “Ben” dediğinde, kendine özel geçmişini kimsenin paylaşamayacağı bir deneyimler yığınından bahsediyorsun.
“Anılar kadar özel bir şey olamaz. Sen ve ben birlikte yürüsek de, ayrı yollardan yürüdük. Bir çiçeğe seninle aynı deneyimi paylaşarak bakamam. Tek bir gözyaşı ve gülüş bile gerçekten bir başkasına verilemez.”

Merlin konuşmayı bitirdiğinde Arthur hüzünlü bir şekilde baktı ve "Sanki herkes yapayalnızmış gibi konuştun" dedi.
“Ben değil” diye yanıtladı Merlin. “Ego’dur seni yalnız kılan. Seni, kimsenin giremeyeceği bir dünyaya bağlar. Öğrencisinin endişelendiğini görünce sesini yumuşattı. Ama gene de ego bir kenara bırakılabilir. Benimle gel. Kalktı ve çocuğu mağaranın dışına, hala yıldızlarla dolu alacakaranlığa çıkardı.
“Sence şu yıldız ne kadar uzaklıktadır”? dedi Sirius yıldızını göstererek. Yazın ortaları olduğundan Sirius parlak bir şekilde ufukta belirmişti.
Bilmiyorum. “Ölçebileceğimden veya hayal edebileceğimden daha uzaktır herhalde” diye yanıtladı Arthur.
Merlin başını salladı. “Uzaklık yok. Şunu düşün: Yıldızı görmen için ışığının gözüne girmesi lazım, değil mi? Işıklar, görünmez bir köprü varmış gibi sürekli buradan oraya akıp dururlar. Yıldız, ışıktan başka nedir ki? Eğer ışık hem orada, hem burada, hem de aradaki köprüde ise, seninle yıldız arasında ayrılık yok demektir. Her ikiniz de tek bir ışık alanının parçalarısınız.”

“Ama çok uzakta görünüyor. Nihayetinde onu gökyüzünden sökemem” diye karşı çıktı Arthur.

Merlin omuz silkti. “Ayrılık yalnızca bir yanılsamadır. Benden ve diğer insanlardan ayrısın çünkü egon, hepimizin yalnız ve soyutlanmış olduğu görüşünü benimsemiş durumda. Ama seni temin ederim ki eğer ego’yu bir kenara bırakırsan, hepimizin sınırsız bir ışık alanı olan bilinçle çevrelendiğini göreceksin.  Her düşüncen, bedenindeki hücrelerle birlikte, engin bir ışık okyanusundan çıkıp tekrar ona döner. Var olan her şeyin arkasındaki görünmez köprü olan bu bilinç alanı her yerdedir.”
“Yani diğer insanlara da ait olmayan hiçbir şeyin yoktur; ego'nun zannettiklerinin dışında. Senin yapacağın ego'yu aşmak ve bu evrensel bilinç okyanusuna dalmaktır.”

Arthur düşünceli bir şekilde baktı. “Söylediklerini düşünmem gerekecek.”

“Pekiyi, sen düşün” dedi Merlin esneyerek. “Benim uykum var.” Büyücü ılık ve
rahat mağaraya girmek üzere döndü.

Ego, deneyimleri seçme ve geri çevirme görevini üstlenmiştir. Sonuç olarak, reddettiği şeylerle arasında bir boşluk yarattığından dolayı soyutlanmaya neden olur. Siz ve reddettiğiniz şey arasında uçurum vardır. Sizinle benim aramda da uçurum var çünkü aynı deneyimleri yaşamamayı seçtik; ego'larımız ayrı.

Aslında, aynı şeyleri paylaşmanın tam anlamıyla mümkün olabileceğini düşünmeyiz. Ne ben sizin duygularınızı, korkularınızı, arzularınızı, hayallerinizi paylaşabilirim, ne de siz benimkileri. Yapabileceğimiz en iyi şey iletişim köprüleri kurmaktır ki genelde bunlar pek dayanıklı olmazlar. Doğumunuzdan itibaren en kişisel şeyleriniz, anılarınız, deneyimleriniz sizi yalnızlığa ve soyutlanmaya iter.

Ancak majisyen hiçbir zaman soyutlanmamıştır çünkü ego, onun dünyaya bakışını etkilemez. Ego ile, kişisel, paylaşılamaz benlik duygusu kastediliyor. Merlin bir keresinde Arthur'a "Becerebilirsen beni unutmaya çalış" dedi.

“Ne?” dedi Arthur şaşırmış bir halde. “Seni hiçbir zaman unutamam; ve unutmak da istemiyorum.” Merlin'in bir şekilde kendisini istemediğini düşünerek endişelendi. “Beni unutmak mı istiyorsun? diye sordu.”

“Ah, elbette” diye yanıtladı Merlin. “Görüyorsun ya, dost olmamızı istiyorum. Seni anımsadığımda aklıma ne gelir? Gerçek sen değil, ölü bir imaj. İşte hafıza bundan ibarettir; bir zamanlar yaşayan şey, ölü bir imaja dönüşür. Eğer seni her gün unutabilirsem, ertesi gün yeni bir sen  görmek üzere uyanırım. İmajlardan sıyrılmış gerçek seni görürüm.”

Ego'yu bir kenara bırakmak demek, anıları bir kenara bırakmak demektir. Bu gerçekleştirildiğinde, insanlar artık soyutlanmazlar. Kişisel zihnimiz, dünyaya gözetleme deliğinden bakıyor gibi farkındalığımızı sınırlar. Majisyenin dünyasında herkes aynı evrensel bilinci paylaşır. Bu bilinç, hep akış halindedir ve tüm düşünceleri, tüm duyguları, tüm deneyimleri bağrına basar. “Bir kişi olduğun sürece" diye tembihledi Merlin, "okyanusta bir damla gibisin. Evrensel bilincin parçası olduğunda ise tüm okyanussun.”

“Bir damla, okyanusta eriyip yok olmaz mı?” diye sordu Arthur.
“Hayır; bir  birey, bilinç okyanusunun deneyiminde bile kaybolmaz” diye Arthur 'u temin etti. Aynı anda hem kendin, hem de her şey olabilirsin. Bu, gizemli gelebilir ama böyledir."

Hepimiz bizi tanımladığından dolayı anılara tutunuruz. Ama ayrılık ve soyutlanmaya bir son vermek istiyorsanız, anıların sahte olduğunu görmeye niyetli olmanız gerekir. İyi bildiğiniz birini ele alalım; kocanız veya karınız, bir arkadaş veya kardeş. Onu zihninizde canlandırın ve bu kişi hakkında gerçekten neleri bildiğinizi sorun kendinize. Göz rengi, kilo, meslek ve adres gibi önemsiz şeyleri eleyin. Bunların yerine en kişisel özellikleri, hoşa giden ve gitmeyen şeyleri,  en canlı anılarınızı ve ilişkilerinizi düşünün.

Bu çalışmayı bitirdiğinizde, bu kişinin doğru bir portresini çizdiğinizi zannedebilirsiniz. Ancak anımsadığınız her şey hafızanızdan gelir, bu yüzden de açıklamanız sizin kişisel bakış açınızdır. Aynı kişi, başka bir bakış açısından tamamen farklı olarak tasvir edilebilir. Sizin hoşunuza giden bir şeyden başkaları hoşlanmayabilir, sizin için anmaya değer bir şeyi başkası tamamen unutabilir.

Tanımlamanızdaki her şeyin göreli olduğunu anlamak için çok uzağa gitmenize gerek yok. Sizin uzununuz bir başkasının kısası veya vasatı olabilir. Ağır, hafif olarak görülebilir, açık tenli koyu, dostluk düşmanlık olarak, vs. algılanabilir. Aslında kişiyi değil, kendi bakış açınızı tanımlıyorsunuz.

Dahası bu kişiyle yaşadığınız deneyimlerin sadece size ait olması, tanımlamalarınızı daha da size özel kılıyor. Eğer bir başkası hakkında bildiğinizi sandığınız her şey dolaylı olarak sizinle ilgili ise, hafızanın soyutlamaya yaradığı ortadadır. Kimsenin giremeyeceği izolasyon kabukları yaratarak, tamamen olmasa da, dünyayı kendi kişisel görüşümüze göre parçalara ayırırız.

Bakış açımız tamamen göreli olduğundan, gerçek olduğu söylenemez. Gerçek, bir bakış açısına dayalı değildir; o yalnızca vardır. Çoğumuz, kendi özel dünyalarımızda yaşarız ve gerçekle pek temasa geçmeyiz. Duyular yanılsamada yaşar; büyücü ise gerçekte yaşar. Gerçeğin temel doğasını keşfetmek için anılar perdesinin ardına bakmak gerekir.

Dr. DEEPAK CHOPRA
Büyücünün Yolu