Dünya ahlâki olarak günden güne çökmekte. Artık sokağa çıkmaya korkuyoruz. Otobüs şirketleri, koltuklara uyarı niteliğinde “lütfen yanınızda oturan kişinin ikramlarını kabul etmeyiniz” yazısını asıyorlar. Çocuklarımız, televizyonu açtığında, bir medya patronunun “halkın istediğini veriyoruz” yalanıyla ve daha fazla haksız kazanç amacıyla oynattığı yarışma programlarında, alçak gönüllülük yerine kibiri, sevgi yerine nefreti, uyum yerine rekabeti, cömertlik yerine bencilliği, aşk yerine şehveti öğretiyorlar.
Toplumsal rekabet ve uyuşmazlık, yollarda seyahat ederken, hastanelerde sıra beklerken, yaşamın her alanında belirgin bir şekilde gözüküyor. Gazetelerdeki yazılarda, televizyon dizilerinde, hatta arkadaşlık sohbetlerinde herkes kendi iyi yönleriyle kibirlenip, başkalarının kötü özelliklerinden bahsedip bunlara kızıyor. Üniversite öğrencileri, dünyaya daha iyi bir şey bırakmak için çalışmak yerine, kafeteryalarda ya tavla oynayıp çay içiyorlar, ya da yarışma programlarının kritiğini, sosyolojik bir inceleme yalanı altında yapıyorlar.
Hepimiz aynı kısır döngüde, dünyayı tüketerek yaşamaktan rahatsızız. Ancak gözlerimiz gülmese de, yüzümüz mutluluk maskesiyle kaplanmış durumda. Daha iyi bir dünyaya ihtiyaç var ama nasıl yapacağımızı bilmiyoruz.
Felsefe, tarih ve mitoloji bize öneri sunuyor. Ne dini, ne de politik olan bir öneri. Geleneksel bilgi, mitolojinin gölgesinde gizlenmiş olarak, daha iyi bir insan ve dünyanın formülünü bize sunuyor. Theseus’le, Odysseus, Arjuna’yla, Herakles’le, Rama’yla, Gılgamış’la bizi kahraman olmaya çağırıyor. Bu yazıda Herakles’ten bahsedeceğiz.
HERAKLES’İN ON İKİ İŞİ
Herakles’in 12 işi kuzeni Eurystheus’un emri üzerine yerine getirdiği işlerdir. Apollon kâhini ona, on iki yıl boyunca kuzeninin hizmetinde çalışmasını emretmişti. Herakles bu denemelerin sonunda ölümsüzlüğe ulaşacaktı. Bunlar:
1. NEMEA ASLANI:
Bu canavar Nemea bölgesini kasıp kavuruyordu. Orada oturanları ve onların sürülerindeki hayvanları parçalayıp yiyordu. Canavar iki çıkışlı bir mağarada oturuyordu ve vücudu yara almaz nitelikteydi. Herakles ona ok atmakla işe başladı, ama çabaları boşa gitti. Bunun üzerine canavarı gürzüyle korkutarak mağarasına girmeye zorladı ve girdikten sonra da girişlerden birini tıkadı. Daha sonra mağaraya girip onu kollarıyla kavradı ve boğdu. Aslan ölünce, Herakles onun postunu yüzerek kafasına geçirdi. Aslanın kafası ona miğfer görevi görüyordu. Bu post ne demir, ne de ateş işleyen bir posttu.
2. LERNE HYDRA’SI
Lerne Hydra’sı Herakles’i sınamak için özel olarak yetiştirilmiştir. Bu Hydra çok başlı bir yılana benziyordu. Hydra’nın her bir ağzından çıkan soluk o kadar öldürücüydü ki, o uyurken bile yanına yaklaşanlar için ölüm kaçınılmazdı.
-Hydra, ülkenin ürünlerini ve hayvan sürülerini telef ediyordu. Herakles onun hakkından gelebilmek için alevli oklar kullandı kafalarını kesmek için ise, Harpe isminde bir silah kullandı. Kafalarını yeniden bitmesini önlemek için, Herakles, İolaos’tan yakındaki ormanı ateşe vermesini istedi. Böylece kesilen her başın yerini yanan odunlarla dağlayarak, başların yeniden çıkmasını önledi. En ortadaki baş, bazılarının söylendiğine göre ölümsüzdü. Buna rağmen Herakles onu da kesip toprağa gömdü; sonra da üzerine kocaman bir kaya yerleştirdi. Ve nihayet, Herakles, oklarını Hydra’nın kanına batırarak, onları zehirli bir hale getirdi.
3. ERYMANTHOS YABAN DOMUZU:
Eurystheus’un Herakles’i koştuğu üçüncü iş, Erymanthos’ta yaşayan canavar bir yaban domuzunun canlı olarak yakalanıp getirilmesiydi. Herakles, haykırışlarıyla hayvanı ininden çıkmaya zorladı ve ülkeyi kaplayan kalın bir kar tabakasına doğru sürüp, iyice yorduktan sonra onu yakaladı ve omzuna vurup Mykenai’ye getirdi. Campania’da Erymanthos yaban domuzunun dişleri bir adak eşyası olarak teşhir edilmekteydi.
4. KERYNEİA GEYİĞİ:
Dördüncü iş, Oinoe’de yaşayan bir dişi geyiğinin yakalanmasıydı. Ürünleri talan eden devasa bir hayvan olan bu geyik, bir vakitler Artemis’in Lykos dağında otlarken bulduğu beş geyikten biridir. Boynuzları altın yaldızlı ve boğa kadar iri geyiklerdi bunlar. Tanrıça bunlardan, dördünü alıp, dört koşumlu arabasına koymuştu.
Beşincisi Hera’nın emriyle, daha ileride Herakles’in sınamalarından birinde kullanılmak üzere, Keryneia dağında kendine sığınacak bir yer bulmuştu. Hayvan Artemis’e adanmıştı ve boynunda “Taygete beni Artemis’e adadı” yazılı bir kolye taşıyordu. Dolayısıyla onu öldürmek bir yana, ona dokunmak bile günahtı. Bu geyik çok hızlı koşuyordu. Herakles bir yıl peşinden koşmasına rağmen onu yakalayamadı. Ama sonunda geyik yoruldu ve Artemision dağına sığındı. Herakles, burada da onun peşini bırakmayınca, geyik Arkadhia’daki Ladon ırmağını geçmek istedi ve işte o zaman Herakles, onu okla hafifçe yaraladı. Geyik yaralanınca Herakles onu kolayca yakalayıp sırtına vurdu. Ne var ki, Arkadhia’dan geçerken Artemis’le Apollon’a rastladı. İki Tanrı kendilerine ait olan hayvanı geri almak istediler ve ayrıca, onu, hayvanı öldürmeye kalkışmakla suçladılar. Oysa böyle bir şey dine saygısızlık demekti. Sonunda Tanrılar geyiği ona geri verdiler ve yoluna devam etmesine izin verdiler.
5. STYMPHALOS GÖLÜ KUŞLARI:
Arkadhia’da, Stymphalos Gölü kıyılarındaki sık bir ormanda yaşayan kuşlar, vaktiyle bir kurt istilasından kaçarak buraya sığınmışlardı. Burada olağanüstü bir bollukla üreyen kuşlar, sonunda ormanın bulunduğu ülke için bir afet oluşturur hale gelmişlerdi. Hatta bu kuşların insan bile yiyen avcı kuşlar olduklarını, son derece sivri çelikten tüyleri olduğunu ve istediklerinde ok gibi fırlattıklarını söyleyenler bile vardır. Bu yüzden Eurystheus, Herakles’e bu kuşları yok etmesini söyledi. Bütün güçlük, kuşları barındıkları sık ormandan dışarı çıkartmaktaydı. Bunu sağlamak için, Athena tarafından kendisine verilen, tunçtan çalparalardan yararlandı. Çalparaların sesinden ürken kuşlar, sık ağaçlardan dışarı fırladılar. Herakles de onları oklarıyla öldürdü.
6. KRAL AUGEİAS’IN AHIRLARI:
Augeias, Pelopenisos’ta bir Elis kralıydı. Güneşin oğluydu. Babasından kalma birçok sürüsü vardı. Fakat ahırlarında biriken gübreleri kaldırtmayı ihmal ediyor ve bu yüzden toprakları gübreden yoksun bırakarak ülkeyi verimsizliğe itiyordu. Kahramanı, aşağılık bir işe sürerek, onu küçük düşürmeyi isteyen Eurystheus’un buyruğu üzerine, Herakles bu ahırlardaki gübreleri kaldırmak zorunda kaldı. Herakles, Alpheios ve Peneios adlı iki ırmağı ahırların avlusuna çevirerek bu güç işi başardı.
7. GİRİT BOĞASI:
Girit boğası, Minos’un denizden çıkacak ilk yaratığı Poseidon’a kurban edeceğine söz verdiği bir gün, denizden çıkagelmiş mucizevî bir boğa idi. Fakat boğanın güzelliğini gören Minos, onu kendi sürülerine kattı ve Poseidon’a daha az değerli olan başka bir boğa kurban etti. İşte, Eurystheus, Herakles’i, bu azgın hayvanı canlı olarak kendisine getirmekle görevlendirdi. Herakles boğayı yakaladı ve onu Eurystheus’a sundu. Eurystheus hayvanı Hera’ya adamak istedi. Ama Tanrıça, Herakles adına sunulan bir takdimeyi kabul etmedi ve boğayı serbest bıraktı. Boğa Argolis’i kat edip, Korinthos berzahını geçti ve Atike’ye ulaştı.
8. DİOMEDES’İN KISRAKLARI:
Diomedes, bir Trakya kralı idi. İnsan etiyle beslenen dört kısrağı vardı. Kısrakların adları; Podagros, Lampon, Ksanthos ve Deinos idi. Herakles, Trakya’ya kara yoluyla tek başına gitti ve Diomedes’i kısraklarına yem olarak yedirdi. Bunun üzerine hayvanlar sakinleştiler ve Herakles’in yedeğinde uslu uslu gittiler.
9. KRALİÇE HİPPOLYTE’İN KEMERİ:
Herakles, Amazonlar kraliçesi Hippolyte’nin kemerini ele geçirmek için Amazonlar ülkesinin limanı Themiskyra’ya vardı. Burada Hippolyte kemerini vermeye razı oldu, ama bir amazon kılığına giren Hera, kahramanın maiyetindekilerle Amazonlar arasında bir kavga çıkardı. Kavga giderek düzenli bir muharebeye dönüştü, aldatıldığını düşünen Herakles, Hippolyte’yi öldürdü.
10. GERYONEUS’UN SIĞIRLARI:
Khrysaor’un oğlu Geryoneus’un Erythia adasında, çobanı Eurytion’un bakımında, muazzam sığır sürüleri vardı. Eurytion’un yanında ona yardımcı olarak, Typhon’la Ekhidna’dan doğma canavar köpek Orthus bulunuyordu. Oradan çok uzak olmayan bir yerde, Hades’in çobanı Menoiotes, bu tanrının sürülerini oynatıyordu. Erythia adası uzak batıdaydı. Eurystheus, Herakles’e işte buraya giderek bu değerli sürüleri getirmesini emretti. İşin güç yanı, her şeyden öte, Okeanos’u geçmekti.
Herakles, sorunu çözmek için güneşin kupasını ödünç aldı. Bu, güneşin her akşam, Okeanos’a vardıktan sonra, dünyanın Doğusundaki sarayına dönmek için bindiği büyük kupaydı. Güneş, kupasını kahramana elbette ki kendiliğinden vermedi. Kahraman, Libye çölünden geçerken güneşten ve sıcaktan o kadar rahatsız oldu ki, yıldızı oklarıyla tehdit etti. Güneş ondan ok atmamasını rica etti. Okeanos’u geçmesi için kupasını ödünç verdi. Kupaya binip Okeanos’a açılan Herakles bu defa da Tanrı Okeanos’u oklarıyla tehdit etti. Çünkü Okeanos, Herakles ‘i sınamak için üzerindeki kupayı sertçe sallamaya başlamıştı. Oklardan korkan Okeanos, hemen durdu ve yolculuk sakinleşti.
Böylece Herakles Erythia’ya vardı. Orada, köpek Orthos onu görüp üzerine saldırdı. Ama Herakles onu bir gürz darbesiyle öldürdü. Köpeğinin yardımına koşan çobanı da aynı şekilde öldürdü. Sonra sığırlarla birlikte yola koyuldu. Yolda başına birçok maceralar geldi ve sığırların bir kısmını kaybetmesine rağmen, kalan sığırları Eurystheus’a verdi.
11. KÖPEK KERBEROS:
Eurystheus’ un Herakles’i koştuğu on birinci iş, Ölüler Diyarı’na gidip oradan köpek Kerberos’u getirmekti. Herakles, önce Eleusis sırlarını öğrendi. Bunlar, iman sahiplerine, öldükten sonra tam bir güven içinde öbür dünyaya ulaşmanın yollarını öğretiyordu.
Herakles çeşitli maceraların ardından Hades’in huzuruna çıktı ve ondan Kerberos’u alıp götürmesine izin vermesini istedi. Hades, bunu bir şartla kabul etti. Herakles bu iş için her zamanki silahlarını kullanmayacak, üzerinde sadece zırhı ve postu olacaktı. Gerçekten de Herakles Kerberos’a bu şekilde saldırdı; iki eliyle onun boynunu yakaladı ve köpeğin, akrep kuyruğundakini andıran bir iğneyle son bulan kuyruğunu ona tekrar tekrar batırmasına rağmen hasmını bırakmadı, böylece, sonunda Kerberos’u itaat altına aldı. Sonra da, avıyla birlikte Ölüler Diyarı’ndan çıktı. Avı Eurystheus’a götürdü. Eurystheus çok korktu. Bunun üzerine Herakles, köpek ile ne yapacağını bilemedi ve onu Hades’e geri verdi.
12. HESPERİSLER’İN ALTIN ELMALARI:
Hera ile Zeus evlendikleri zaman, yer, yani gaia, Tanrıçaya düğün hediyesi olarak altın elmalar hediye etmişti. Hera elmaları o kadar beğendi ki, onları Atlas Dağının yamacındaki bahçesine dikti. Fakat Atlas’ın kızları bahçeyi yağmalamayı huy edinmiş olduklarından, Hera harika elmaları ve bunların ağacını Typhon’la Ekhidna’dan doğma yüz kollu ve ölümsüz bir ejderin gözetimine verdi ve aynı zamanda akşamın üç Nymphsı olan Aigle, Eryhie ve Hesperarethousa adlı Hesperisleri başına bekçi olarak koydu. İşte Eurystheus’un Herakles’e getirmesini emrettiği altın elmalar bu elmalardı. Herakles’in ilk işi, Hesperisler’in ülkesine giden yolu öğrenmek oldu. Bu amaçla Makedonya üzerinden Kuzey’e doğru yola çıktı. Yolda, önce Ares’in oğlu Kyknos’la karşılaştı. Onunla dövüştü ve onu tepeledi. Tanrı Nereus’u bağlayarak ondan Hesperisler’in ülkesinin yerini öğrendi. Eridanos kıyılarından hareketle Libye’ye vardı, burada bir devle dövüştü. Bousuris’i yendi.
Kaf Dağına çıkarak, burada bir kayaya zincirlenmiş olarak duran ve bir kartalın her gün gelip, her gün yeniden oluşan karaciğerini yediği Prometheus’u zincirlerinden kurtardı. Dev ona teşekkür olarak elmaları kendisi toplamaması gerektiğini, onları Atlas’a toplatmasını söyledi. Herakles buradan Hyperborealılar ülkesine geldi. Atlas’a hemen yakındaki Hesperisler’in bahçesinden üç altın elma koparıp getirmesini önerdi ve bu sırada onun yükünü kendisinin taşıyacağını söyledi. Atlas öneriyi kabul edip elmaları koparıp geldi. Ancak Atlas elmaları Eurystheus’a bizzat teslim etmek istedi. Herkül kabul etti, ama sırtına bir yastık koymak için yükü bir süre Atlas’ın taşımasını isteyince, elmaları alıp kaçtı. Herakles elmaları Eurystheus’a götürünce, Eurystheus bu elmalarla ne yapacağını bilemediğinden, Tanrı Athena’ya sundu. O da elmaları tekrar eski yerine verdi.
HERAKLES’İN DENEMELERİNİN SEMBOLOJİSİ
Bütün bu mücadelelerden sonra Herakles ölümsüzlüğe ulaştı. Canavarlarla savaştı ve onları yendi, birçok maceralara, korkusuzca atıldı. Kahramanlık bu demekti çünkü fedakâr olmak, cesur olmak, güçlü olmak. Tüm dünyanın çıkarı için zorluklarla mücadele etmek. Gerekirse devlerle, gerekirse karanlıklar içinde köpek Kerberos’la.
Biz de içimizde bir kahraman taşıyoruz. Herakles gibi cesur ve fedakâr. İnsanlık için çalışacak, daha erdemli, daha bilgili olan bir yanımız var. Bir de canavarlar taşıyoruz içimizde. Çoğu kez bizi engellemeye ve bize hâkim olmaya çalışan ve üstün olan idealleri, ’’zor’’ maskesi altında durdurmaya çalışan. Biz de bir kahramanız. Herakles’in yaptığı gibi içimizdeki hayvanlarla mücadele ediyoruz. Tüm kahramanlık hikâyelerinde kahramanın karşısında, bazı hayvani varlıklar vardır. Biz insanlarda, birer kahramana dönüşmemizdeki engel bizim hayvani olan özelliklerimizdir. Canavarlar bizim bencil arzu ve isteklerimizdir. Sadece kendilerini düşünürler. İyi bir şey yapmak istediğimizde,’’enayi’’ sıfatıyla anılmaktan korkarız. Birine, bir yardım etmek istediğimizde, kaybetmekten korkarız. Ölçülü olmak istediğimizde, alışkanlıklarımıza veda etmekten korkarız.
Fizik, yalnız kendi konforunu düşünür, duygular hep kendisinin pohpohlanmasını bekler, zihin kendi düşündüğünün doğru olmasını ister. Herakles’in savaşı, kendi bedeninin ve kendi isteklerinin hâkimi olma yolunda, kendi kendini deneyen insanın savaşıdır.
Fiziksel isteklerimiz Nemea Aslanı gibi yırtıcıdır. Bizim ne yapmamız gerektiğini hiç düşünmezler. Varlıklarını sürdürmek bahanesiyle hep daha fazlasını isterler. Ancak çoğu kez ihtiyacı olandan fazlasını isteyerek bizi aldatırlar. Çalışmamız gerektiğinde başımızın ağrıması ya da canımızın gezmek istemesinin nedeni hep budur. Ancak isteklerin hâkimi olursak, onların güçleri bize geçer. Aynı Herakles’in Nemea aslanını yendikten sonra postunu üzerine geçirmesi gibi.
Bencil istekler, aynı Lerne Hydra’sı gibi çok başlıdır. Binlerce hevesimiz vardır, bir onu yapmak isteriz bir bunu. Ama sonunda bakarız ki hiçbir şey yapmamışız. Onları sınırlamak gerekir.
Erymanthos yaban domuzu gibi inatçı bir yanımız vardır. Bazen bir şeyi isteyince veya başımıza kötü bir şey gelince, inimizden çıkmak istemeyiz, ne dostları düşünürüz, ne de dünyayı.
Kusurlarımız ve bencil isteklerimiz Keryneia geyiği gibi kıvraktır. Onları tam alt ettiğimizi düşünürken, bir yolunu bulup elimizden kaçarlar. Geyik gibi altın boynuzludurlar, yani bize çok değerli görünürler. En ufak kusurumuzu bile sahiplenme eğilimindeyizdir. Yanlış bir şey yapınca, kesinlikle kabullenmeyiz, ağzımızdan çıkan yanlış bir şey dahi olsa, sırf bizim ağzımızdan çıktı diye sonuna kadar onu savunuruz. Aşmanın yolu dikkatli ve sabırlı bir şekilde onları izleyip, sonunda yorarak yenmektir.
Alışkanlıklar doyurulunca yok olur gibi gelir bize, ama aslında çoğalırlar. Aynı Stymphalos gölü Kuşları gibi. İzin verdin mi çoğalırlar. İnsan tembelse, bir kez daha 10 saat uyuyayım bundan sonra hep zamanında uyanacağım, der. Bu sırada aslında daha da tembel olur. Tek yol, onları ortaya çıkartıp avlamaktır.
Bazen denemeler, gururumuza dokunur. Birine yardım etmek isteriz, ama insanların dalga geçmesinden korkarız. Temizlik yapmak isteriz, ama kirlenmekten korkarız. Ancak şanlara ve unvanlara değil, yapmamız gerekene bakmalıyız. Aynı Herakles’in aşağılayıcı da olsa, Kral Augeia’ın ahırlarındaki gübreleri temizlemesi gibi.
Öfkeli olan bir yanımız vardır. Aynı Girit boğası gibi. Başkalarının kusurlarını görünce, kendimizin de kusurları olduğunu unutup, öfkeden ne yapacağımızı bilemeyiz.
Diomedes’in dört kısrağı, Hint felsefesinde Arjuna’nın’ 4 atlı savaş arabasına benzer. İnsanın, Fiziksel, Enerjetik, Duygusal ve Zihinsel istekleridirler. Her biri kendi istediği yöne gitmek ister. Fizik dinlenmek, Enerjetik beden gezmek, duygular önemsenmek, zihin de istediğini düşünmek, o fikirden bu fikre atlamak ister. Amacımız onları yok etmek değil, onlara hâkim olmak, yorulunca dinlenmek, ihtiyacımız olunca gezmek ve düşünmemiz gerekeni düşünmektir.
Bazen talih bize zorluklarla görünür. Sırf biz daha güçlü olalım diye. Hera’nın Amazon kılığına girip, kavga çıkarması gibi.
Okeanos’u geçip Geryoneus’un değerli sığırlarını getirmek için güneşin kupasına ihtiyaç vardır. Karanlığı aşmak için aydınlığa, Kaos’u aşmak için Teos’a, cehaleti aşmak için bilgeliğe, bir taşıta, felsefeye ihtiyaç vardır.
İnsanın kendini aşması ilk başta zor gibi gözükür, Hades’e inip köpek Kerberos’la savaşmak gibi, çok karanlık bir yolculuk gibi görünür. Ama eğer kahraman bu denemeyi de aşarsa Hesperisler’in altın elmalarına ulaşma fırsatını yakalar. Yani kendi içindeki, mükemmel insana ya da Platon’un deyimiyle “Altın İnsana” dönüşme imkânını elde eder.
Biz, ruhsal bir macera yaşıyoruz. İnsanlığa cömertçe hizmette bulunmak için kendimizi tanımak ve kendimizi yönetmek zorundayız. Hedef her zaman aynıdır, denemelerden geçerek yaşanacak bir iç zafer; diğerlerine hizmet etmek için kişinin kendisine hâkim olmasıdır.
Gerçekleştirdikleri değerlidir, çünkü onlarda erdemleri bulunur. Her geçtiği denemeyle bir erdemini keşfeder.
“Dünyayı kötülüklerden temizlemek için ne bir Herakles, ne de bir Theseus olabilirsin. Ama içindeki kötülükleri ortadan kaldırmakla onlara benzeyebilirsin. Senin içinde, yaban domuzu, aslan ve ejder vardır, bunlara hâkim ol. Prokruste ile Skriron’u yeneceğine, acıya korkuya, tamaha, hırsa, kötülüğe, cimriliğe, hovardalığa, azgınlığa, hâkim ol. Bu ejderhaları ezmek için tek yol gerçeği düşünmek ve yalnız onun emirlerine boyun eğmektir.” Epiktetus
Materyalist dünya bize vermek için ille de fiziksel şeylere sahip olmamız gerektiğini öğretti. Ancak kahraman olmak için fiziksel olarak zengin ve güçlü olmamıza gerek yok. Zengin ve pelerin giyerek etrafta dolaşmamıza ve olağanüstü işler yapmamıza, dünyayı kötülüklerden kurtarmamıza ihtiyaç yok. Ancak kendi içimizdeki kötülüklerden kurtulmalıyız. Buda der ki; bencil tutkularla her şeye sahip olma isteği insana en çok acı veren şeydir. Sahip oluncaya dek, sahip olamadıklarımız bizi üzer. Sahip olunca ise, kaybetme korkusu bizi üzer. Sonunda, kendi istek ve arzularımızın kurbanı oluruz.
Bugün bize bunlar öğretilmese de, yaşamın amacının daha fazla tüketmek olmadığı ihtimalini düşünelim.
Yaşamın amacının ünlü olup herkesin gözüne girmek olmadığı ihtimalini düşünelim.
Yaşamın amacının, zengin olmak veya sadece yaşamı sürdürmek, olmadığının ihtimalini düşünelim.
Yaşamın amacının çok şeylere sahip olmak olmadığının ihtimalini düşünelim. Yaşamın amacının, insanın öncelikle kendine sahip olması gerektiği ihtimalini düşünelim. Kendi iç macerasında, kendi kusurlarını yenmek olduğunu, bunun belki de sahip olduğumuz unvanlardan, çok daha fazla huzur verebileceği ihtimalini düşünelim.
Amacımız içki sofrasında ve sohbetlerde dünyayı kurtarmak olmasın. Çünkü bunu yapan yeteri kadar kişi var ve sonuçlarını görüyoruz.
Kahraman mütevazıdır, pankartlarla meydanlarda değil, kusurlarıyla mücadele ederek iç yolculuğunda seyahat eder.
O dünyayı düzeltebilmek için önce kendisini düzeltmesi gerektiğini bilir. Bizi mahveden şey içinde bulunduğumuz sistem değil, içimizde bizi kasıp kavuran tutkularımız ve kusurlarımızdır. En kötü sistem bile iyi insanlarla birlikte mutluluk vericidir. En iyi sistem bile ahlâksızca yaşayanlar için tam bir işkence olur.
İhtiyacımız olan şey daha iyi bir politik sistem veya insanları sürekli bölen dini tarikatlar değildir.
“At şarkı söyleyemediği için mutsuz mudur? Hayır, ama koşamazsa mutsuz olur. Köpek uçamadığı için mutsuz mudur? Hayır, ama koku alamazsa mutsuz olur. İnsan aslanları boğamadığı ve olağanüstü işler yapamadığı için mutsuz mudur? Hayır, o bunun için yaratılmış değildir. Ancak, temizliği, iyiliği, vefayı, adaleti yitirdiği vakit mutsuz olur.” Epiktetus
İhtiyacımız olan Herakles’in on iki işi aşıp, insanlık için çalışması ve ölümsüzlüğe ulaşması gibi, kendi bencil isteklerimizi ve kusurları aşıp, evrensel amaçlar için çalışmaktır.
“Erdemi bütün dünyaya anlatmak isteyen eski insanlar önce kendi memleketlerini düzenlediler. Memleketlerini düzenlemek isteyenler, kendi ailelerine iyi olmayı öğretirler. Ailelerine iyi olmayı öğretmek isteyenler kendilerini yetiştirdiler. Kendilerini yetiştirmek isteyenler kalplerini düzelttiler. Kalplerini düzeltmek isteyenler, düşüncelerinde samimi oldular. Düşüncelerinde samimi olmak isteyenler, bilgilerini yükselttiler. Bilginin yükselmesi şeylerin incelenmesini sağlar.” Konfüçyüs
İhtiyacımız olan felsefi seçmeci insanın ortaya çıkmasıdır. Kendi hayatında doğru seçimleri yapması, tüm modaların, gereksiz televizyon programlarının, boş sohbetlerin, bencil zevklerin ötesinde daha değerli ve evrensel olan eylemlere yer vermesidir.
Bu zordur. Alçakgönüllü davranmak, kusurların, canavarların ve dünyayı yok eden düşmanların, ne politik sistemlerde ne de başka bir yerde, içimizde, kahramanın içinde olduğunu kabullenmek zor bir şeydir. Buda’nın dediği gibi “İnsanın kendi kendisini yenmesi, binlerce savaşta galip gelmesinden daha değerlidir.’’ Çünkü en zor savaş budur.
“Kötülüğe kolay ulaşılır, dümdüzdür yolu, ancak iyilikle aramıza alın teri koymuş Tanrılar, zordur, sarptır ona giden yol, ancak bir de ulaştın mı, kolaylaşır her şey.” Hesiodos
Evet zordur. Ama hediye beklemeyelim, çünkü hayat bir hediye değildir. Hayat daimi bir mücadeledir ve elde edilen her şey de bir zaferdir. Nasıl yaşayacağını bilen kişi kahramandır, BU ADI KULLANMASA BİLE.
Umut İLHAN,Araştırmacı
Kaynakça:
1-Yunan ve Roma Mitolojisi Sözlüğü, Pierre Grimal
2-Düşünceler ve sohbetler, Epictetus
3-Tanrısal Öngörü, Seneca
4-Mitolojiler Sözlüğü, Yves Bonnefoy
5-Konfüçyüs, Bir bilgenin hayatı ve felsefesi
6-Dhammapada ve gerçeğe giden yol, Siddharta Gotama Buda
7-Theogenia, İşler ve Günler, Hesiodos