#farkındalık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
#farkındalık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Aralık 2016 Pazar

Bilginin tehlikeleri

Doğu Bilgeliği'nin en önemli kaynaklarından biri olan Bhagavad Gita'da üzerinde tefekkür edilmesi gereken önemli bölümlerden biri de şudur : 

"Başkasının ödevini yaparak yaşamak ölüm, kendi ödevini yaparken ölmek yaşamdır." 

Kişi vazifesini fark edip, varoluş ödevini gerçekleştirmeye odaklandığında gerçekten yaşar.
Sana ait ödevlerin, sorumlulukların diğer kişiler tarafından yaşanmak ve onlara vazife olmak durumunda değildir.  O ödev, vazife bilinci senin içindir, çünkü sen bilinçli olarak seçim yaptın, tercih ettin, yaşadın, tekamülün için gerekli bu deneyimlerin içinden geçiyorsun.

Yaşamdaki vazifeni idrak edebiliyorsan, bunu çevrene iyi kalbinle, erdemli örneğinle, eylemlerinle, özü sözü bir olmanla, düşüncede, sözde, davranışlardaki doğruluğunla, yaratıcı enerjinle aktarmalısın. 

Eleştiren, yargılayan, bölen, ayrımcılığa katılma tuzağına düşmeden...Birliği koruyarak.


Doğruların, erdemlerin, canlı ve somut bir örneği olmaya enerjini vererek yaşamalısın.

Bilgin, tecrüben artınca fark ettiklerinle başkalarının neden öyle yaptığına, neyi yapamadıklarına yönelmeden, yargılamadan...Aksine nasıl yapılabileceğinin somut ve canlı birer kanıtı olarak. Lafta kalmadan...Bunları düşünmekle teoride kalmadan... Pratik ve uygulama ile kendini ve çevreni dönüştürmelisin.

Kadim zamanlardan beri aktarılan öğretileri, bilgeliğin kutsal kitaplarında yaşamış canlı örneklerin tecrübelerinden aktarılanları okumalı ve okumakla yetinmemelisin.

İdeaların latif planlarında asılı olan zamansız kütüphanelerdeki bu reçeteleri, imgelemin, yaratıcı gücünle, iradenle yaşama geçirmeli,böylece onlara can vermelisin. 

Dünyanın sözlere karnı tok...Bilgi tek başına dünyayı iyileştirmeye, acıları azaltmaya yetmiyor. Bir bilgenin söylediği gibi "mürekkep yalamak yetmiyor".

Acı cehaletten doğar. 
Cehalet (avidya) eğitimle aşılabilir, ancak kör cehalet (angyana) bildiğini zannetmek, ışığı perdelemeye ve alt benin gölgesinde yaşamaya benzer, büyük zararlara yol açar, bencilleştirir, ayrıştırır, habisleşir. 

Kör cehalet, insanın açlığının neden kaynaklandığını bilmemesidir ve büyüyen açlığı ile acıları zincirleme reaksiyona sokmasına neden olur. 
Açlık geçici olana duyulan arzulardan kaynaklanır ve asla tatmin olmaz, beslersin, “daha” der. 

Siddharta Gautama Buda öğretilerinde insanı yeni acılara sürükleyen, karmik zincirler yaratan üç tür açlıktan bahseder:  1) Haz açlığı, 2) Sahip olma açlığı 3) Yaşama açlığı

İnsan ruhunun açlığı bilgiyle giderilmez. İçselleşmeyen bilgi yeniden acıktırır, yeni hazlar yaratır, daha çok tükettirir, madde mağarasına zincirler. 

Bilgi içselleşmediğinde, düşüncelerin labirentlerinde kaybolabilirsin, aynalı odada (kamamanas=arzuların zihni, somut zihin) parçalanır, yanılsamalı görüntüler, sanılar, kanılar yaratır, böler, ayrılır, kalbe ulaşmaz, kalbe ulaşmayan bilgi de ruha dokunmaz. Bilinç, farkındalık, idrak yaratmaz. Unutuverirsin...ve yeniden acıkırsın, her seferinde açlığın daha da büyür... 


Tüm BİLgiler ve tüm BİLimler, BİLinç yaratmak için araçlardır.. 

Kökenleri bile aynıdır. "BİL" .... Kendini BİLmen için. 
Cehaletini fark etmen, bildiğini zannetmelerini, kanılarını bırakman için,
Bilgilerden bilinç çıkarmak için, bilincini ruhuna çıkarman için.. 
Ruhundaki Ebedi Sandık'ta gizli, uyuyan bilgeliğinin uyanması için...

"Öğrenmek, eskiden bilinmiş bir şeyi yeniden hatırlamaktan başka birşey değildir", der Platon.

Bilgileri tüketmekten, israf etmekten vazgeçelim, hazmedelim, içselleştirelim. Yediğimiz gıdaların bedenimizde yaptığı gibi bilgiyi yaşayarak yaratıcı enerjiye dönüştürelim. 
Bilgi, geçici ve sonlu bir araçtır ve sadece bilinç basamaklarında tırmanman için enerji kaynağıdır. Tüm bilgiler, Doğa'ya işlenmiştir, sonra üzeri sırlanmıştır... Aynaların içinden harikalar dünyasına geçmenin sırrı bunu anlatır.

H.P.Blavatsky’nin söylediği gibi, “Dünyadaki tüm kitaplar yakılsa bile, tüm bilgiler doğaya bakılarak tekrar yazılabilir.“ 
Doğanın ardındaki yasaları merak eden kitaplarla yetinmez, Hikmet Kitab'ını okur, OKUnanlar ruhuna dokunur... 

Bilgileri toplamakla yetinmeyelim, bilgi hamalı olmayalım, özünü toplayarak simyacı arılar gibi altın renkli, şifalı bala dönüştürelim. Okuyorsak, öğreniyorsak, kitaplar, güzel sözler yazıyorsak yazdıklarımızı önce yaşayanlar, sonra da aktaranlar olalım. 

Çünkü insan gerçekten deneyimlediği şeyi kalpten aktarabilir ve diğerlerine faydalı olabilir. Bu aktarım ruhtan gelen Öz'e dair hakikatli deneyimlerdir, asla unutmayacağımız dersler alarak öğrendiklerimizdir, ruhumuza kazınmış değerli tecrübelerdir. 

Yaşadığımız çağda insanlığın en büyük imtihanlarından biri bilginin ve düşünce gücünün nasıl kullanıldığında, bilgisizlikte değil.  
Bilgi tehlikelerle dolu bir araç halini almışken, zihinleri körleştirip, duyguları felç etmekteyken, bilgiyi nasıl kullandığına ve onunla ne yarattığına çok dikkat etmeli. 

Tarih boyunca bilgiyi bilgelikle kullanmayanların insanlığa verdiği zarar,  bilmeyenlerin hatalarından çok çok daha büyük oldu ve her ortaçağda tekerrür eden kör cehalet teknolojiyi de kullanarak çığ gibi büyüyen acılar yaratıyor. 

Bilgiyi farkındalıkla, bilinçle, iyi amaçlarla, bilgelik patikasını inşa etmek için, herkesin iyiliği için kullanalım. Bilginin tehlikelerine karşı uyanık olalım. 

Bilginin doğası ateşe benzer, düşük bilinçle kullanıldığında egonun elinde yakıcıdır, arzuların zihni bölücü ve yıkıcıdır. Bilgi, sevgiyle, yüksek bilinçle, evrensellik ilkeleriyle, bütünün yararına ve birlik için kullanılmalıdır. 

Bilgilerimizi paylaşmak çok iyidir, ama bilginin nasıl ve ne için kullanılacağını doğru ve herkese faydalı şekilde aktarmak daha yararlıdır.

Bilgi tüketimi ile, artan bilgi bolluğuna bir katkı daha mı yapmayı arıyoruz, yoksa bilgilerin nasıl yaşama geçirilebileceğini önce kendimiz uyguluyor ve aktarıyor muyuz ? Bilginin nihai amacı olan bilgeliğe sadık ve layık oluyor muyuz ? 

Bilmediğini bilirsen, bilmediklerine yönelirsin...Hangi bilgilerle daha iyi bir insanı, daha iyi bir dünyayı inşa edebileceğimizin farkına varalım. Aklı salim, sağduyulu, basiretli olalım.
Sade, net, açık, sağlam ve doğru fikirlere sahip olalım. 

Bilmediğimizi değil, bilgiyi insanın tekamülünde ve daha iyi bir gelecek için nasıl doğru kullanılacağını ve akl-ı selimi geliştirmemiz gerektiğini fark edelim. 

Zihinsel plan yaradılışımızdaki diğer araçlarımızdan (beden, enerji, duygular) daha sutil, latif olduğundan, zihne hakim olunması zordur. Düşünce gücü, fikirler, bilgiler, niyetler madde planından daha yüksek frekansta titreştiklerinden  yönetilmeleri, doğru kullanımı fiziksel bir aracı doğru kullanmayı öğrenmekten çok daha zordur. 

Zihnin özdenetimi konusu bu nedenle insanın tekamülünü esas alan tüm kadim öğretilerin odak noktasında yer alır. Bilincin yükseltilmesi, doğru dikkat ve farkındalığın geliştirilmesi, uyanıklığın muhafazası, doğru konsantrasyon, meditasyon gibi uygulamaların sürekli yapılmasının amacı bir süreliğine rahatlamak, hoş hisler yaşamak değil, zihnin arzulardan arındırılması, gerçek doğasının keşfedilmesi ve aklın mertebelerinde yetkinleşmek içindir.  

Çünkü insanlık Kova Çağı'ndaki bu düşüş döngüsünde zihinsel aracını doğru şekilde nasıl kullanacağını öğrenme tecrübesini yapmaktadır.  Zihinle, bilgiyle acılarını da yaratabileceği gibi, kurak çölleri bereketli topraklara dönüştürebilme kapasitesini de barındırmaktadır.

Geçişi daha az acılar, kederler yaşayarak yapabilmek için ihtiyacı ise, zihne doğru yönü verecek ortak bir insanlık ideali, yüksek ve anlamlı bir yaşam amacı, bilincine yol gösterecek kadim öğretiler ve bilgilerini basamaklı yola dönüştürecek bilgelik sevgisidir.


Felsefe, bilmek değildir, bilgelik aşkıdır...Malzemesi bilgidir, onu tutuşturup, yakıp ışığa dönüştüren Hikmet ise Aşk'tadır. Kökeni göklerde olan Aşkta...

Bilgelik Sevgisi bilgiye sadakat, Hakikat arayışına bağlılık göstermeye yönelten yüksek bir içsel duygudur, aklı ve kalbi BİRleştirir. 

Hakikat Aşıklar'ı bilgiyle, öğrenmekle yetinmez, enerjisiyle yayılan, aktaran, herşeye ışık ve can veren Güneş gibi yaşar... Gökte olan aşkından dolayı yerdeki her AN'ına ışık koyar.

Kendi ruhuna, diğerlerinin ölümsüz ruhlarına, zamansız öğretilerin ruhuna dokunur. 

Bilgiyi bilgeliğe dönüştürmek için ödevini yaparken sürdürdüğü yaşamı da, ölümü de soylu olur, kendisinden sonraki yaşamlarda yankılanır.  

"Başkasının ödevini yaparak yaşamak ölüm, kendi ödevini yaparken ölmek yaşamdır." 

Sevgilerimle 
Uğur Başak Arpacıoğlu
25.12.2016, Kadıköy, İstanbul 


ETİMOLOJİK KAYNAKLAR:  Bilmek – lat. scire, sciens - know
Bilim – lat.scientia  - science  (knowledge)
Bilinç – lat. conscire, consciens, conscientia - conscience ( with knowledge)

Consciousness; thinking; awareness, especially self-awareness.


BİLİNÇ (ingilizce) : Conscience , From Old French conscience < Latin conscientia (“knowledge within oneself”) < consciens, present participle of conscire (“to know, to be conscious (of wrong)”) < com- (“together”) + scire (“to know”)

BİLİM :  Science,  From Old French science, from Latin scientia (“knowledge”), from sciens, the present participle stem of scire  ("to know")

-SOPHY 
suffix meaning "knowledge," from O.Fr. -sophie, from L. -sophia, from Gk. -sophia, from sophia "skill, wisdom, knowledge," of unknown origin.

PHILOSOPHY 
c.1300, from O.Fr. filosofie (12c.), from L. philosophia, from Gk. philosophia "love of knowledge, wisdom," from philo- "loving" (see philo-) + sophia "knowledge, wisdom," fromsophis "wise, learned;" of unknown origin.
Nec quicquam aliud est philosophia, si interpretari velis, praeter studium sapientiae; sapientia autem est rerum divinarum et humanarum causarumque quibus eae res continentur scientia. [Cicero, "De Officiis"]

İLGİLİ DİĞER YAZILAR : 

https://kendinitaniatolyesi.blogspot.com.tr/2014/02/bilimler-yetmiyor-dunyay-iyi.html

https://kendinitaniatolyesi.blogspot.com.tr/2013/03/bir-erdem-olarak-arastirmak.html

https://kendinitaniatolyesi.blogspot.com.tr/2016/06/altin-basamaklar.html

28 Mart 2016 Pazartesi

Çektiğimiz acılarda bile zeki olmalıyız

“Ruhunun tüm acı çığlıklarını dinlemesine izin ver ve acı çekenin gözündeki gözyaşlarını sen kurutmadıkça tek bir acı yaşını güneşin kurutmasına izin verme. Ama yakıcı insan gözyaşlarının teker teker kalbine düşmesine izin ver ve onlara neden olan acı yok olana kadar kurulanmadan orada kalsınlar.”  
Sessizliğin Sesi, Tibet’in kadim bilgelik kitabı, HPB


Mevlana der ki; "Unutmayın dünyada yaşamıyorsunuz, dünyadan geçiyorsunuz." 

Ancak, "Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür." Yani, insan hafızası unutma özürlüdür. 

İnsan unutur...İnsan kökenlerini unutur, özündeki cevheri, neden dünyaya geldiğini, insanın ne olduğunu, insan olmanın ilahi doğasını unutur... Maddeyle ve nefsiyle imtihanlarını unutur, araçlarını geliştirmek için yaşar, kendini geliştirme amacını unutur, vazifelerinin neler olduğunu, tüm insanlığın ruhsal köklerinin bir olduğunu, nereden gelip nereye gittiğini, ruhsal tekamül için burada olduğunu unutur... 

Büyük insanlık tarihindeki iniş döngülerinde, değerlerin ve bilincin düşüşü iyice hızlandığında, insanlıktan uzaklaşmanın çığ etkisi öyle elim ve vahim sonuçlara neden olur ki, insan olduğunu unutanların sebep olduklarına şahit/şehit olanlar da unutma uçurumuna yaklaşabilirler... 

O halde hatırla: 

Unutmamak kin tutmak, öfkelenmek değildir, etkiye tepki vermek negatif karmamızı katlar... İnsanlığın ayıpları, özür dilemekle, bağırmakla, çığ'ırmakla, sadece üzülmekle telafi olmaz...
Karma yasası bozulan dengenin tazmini anlamına gelen eylem yasasıdır. Dengenin tazmini için İlahi Adalet bizden doğru eylem ister. 
Özü sözü BİR İNSAN olmamızı... 
Kalbimizin terazideki tüyden hafif olmasını…

“Ben yapmadım, o yaptı, on(lar)dan hesap sorulsun” dediğimiz durumlarda bile kötülüğün girdabına kapılmışların yerine doğru olanı yaparak telafi edecek dengeyi sağlamamızı ister… Çünkü onlar insanlık adına telafi yapacak bilinçte değiller...Çünkü farkındaysak bizler sorumluyuz. Bunu yapabilirsek ötesini İlahi Adalet'e gönül rahatlığıyla teslim edebiliriz.

İşte bu yüzden sırf bu yüzden...Karanlığa küfredeceğimize bir ışık da biz yakmalıyız. 
Zeki insan, kötülüğün sadece etkisini değil nedenlerini de iyileştirmeyi bilmelidir. Çektiğimiz acıda bile zeki olmalıyız. 

"Ey İnsanoğlu kendini tanı..."der tüm kadim öğretiler.

Unutmayalım, insan diğer canlılar içinde büyük bir ayrıcalığa sahiptir: Özgür irade ve seçim yapma gücüyle donatılmıştır. Özgürlüğümüzü insanın ve evrenin doğasına uyumsuz kullandığımızda negatif karma yaratır, kişisel ve kolektif acılara neden oluruz... 

Beşer şaşar ve şaştığında yolunu bulması için bedenine ve çevresine yerleştirilmiş doğa her zaman okunmaya hazır bir kaynaktır. İnsanlıktan önce de var olmuş olan ve şimdi de var olan ve sonsuza kadar var olacak olan Evrensel Yasalar, çıkışı gösteren zamansız rehberlerimizdir.

Evrensel doğa yasalarını çalışmalı, iyice anlamalı ve onlarla uyum içinde yaşamalı, özgür ve cüz'i irademizi külli iradenin bir parçası olduğunun farkındalığıyla kullanmalı...

Bir gün ateşlerden, karanlıklardan geçip yeniden küllerimizden doğacağız, ancak bunu nasıl yaşayacağımızı bugün bizler belirliyoruz, artan acılarla mı, artan farkındalıkla mı ? 
Kıyametlere neden veya seyirci olarak mı ? Kıyam ederek mi ? 

Bugün ektiğimiz karmik tohumlarla insanlığın geleceğinde hangi yeni imtihanlara neden oluyoruz ? İnsanlık sınavlarını hakkıyla vererek yaraları bir nebze olsun sarabiliyor muyuz ? 

İnsan unutur…ancak İnsanlığın Ruhu ve Büyük Hafıza unutmaz…

Yüzbinlerce belki de milyonlarca yıllar geçmiştir aradan, kıyametler kopmuş, tufanlar olmuştur… Telafi yasası mükemmel şekilde çalışmış ve benzer imtihanlarda bulmuştur kendini insanoğlu…

Bize verilen nimetler sadece bir yaşamı oluşturan iyi şartlar değildir, maddesel, fiziksel değildir, sahip olduğumuz nimetler; insan doğasının kudretleridir, erdemlerdir, iyilik, ölçülülük, doğruluk, adalet, basiret, sevgi ve bilgeliktir... 

Aldığımız nefese, kalbimizin atışına şükrediyoruz ama enerjimizi, bedenimizi, duygularımızı, düşüncelerimizi ne için kullanıyoruz ? Şu AN neye hizmet ediyoruz ? 
Ol'AN her şey içimizdekilerin dışarı yansımasıdır.

Farkındalığımızı, bilincimizi, insanlığı yeniden yükseltecek değerleri yeniden inşa etme gücümüzü ve birliği koruma kapasitemizi canlı tutalım. 
İnsanlığın ölmemesi için erdemleri yaşayalım, iyiliği yaşatalım, elden ele, gönülden gönüle, kuşaktan kuşağa aktaralım. 
Enerjimizi ilahi düzen ile uyum içinde kullanalım…

“Daha iyi bir insan ve daha iyi bir dünya için.” 
Doğrulalım, doğrultalım..
Doğrunun, Hakikat'in, Dharma'nın, Yasa'nın Yolunda

Uğur Başak Arpacıoğlu, 28.03.2016 , Kadıköy 

“Ey Lanu, bu Dünya, "Büyük Sapkınlık" adı verilen aldanış tarafından egona karşı tuzakların kurulduğu, Yol boyunca korkunç denemelerin olduğu, acı ve Keder Odası'dır.
(Büyük Sapkınlık Ruh'un veya Ben'in tek, evrensel BİR'den, sonsuz BEN'den ayrı olduğuna inanma cehaletidir.)


Ey cahil Lanu, bu yeryüzü, Hakiki Işık vadisinden önceki alacakaranlığa açılan kasvetli, karanlık bir giriştir, - o Işık ki rüzgar söndüremez, o Işık ki fitilsiz ve yakıtsız yanar."

Büyük Yasa şöyle der:
TÜM BEN'in bileni olmak için, önce BEN'inin bileni olmalısın." 

(Tattvajnani, insandaki ve doğadaki ilkeleri tanıyan ve ayırt edendir ve Atmajnani ATMA'yı veya Evrensel Olan'ı, TEK BEN'i tanıyandır. )
Sessizliğin Sesi, Tibet’in kadim bilgelik kitabı, HPB  









1 Ekim 2015 Perşembe

Sevginin yeni dilini keşfetmeli...

Geçiş hallerindeki bir dünyasal zamandayız...
Kaosun arttığı, net görüşün azaldığı, her şeyin hızlıca belirip aniden kaybolduğu, zamanın sular seller gibi daha hızlı aktığı, nehrin iki yakasını birleştirmenin geriliminin arttığı bir dönemde yaşıyoruz.

Her planda açlık artıyor. Fiziksel, enerjetik, duygusal, düşünsel yoksunluk var, düşkünlük var.
Açlık nedeniyle bulduğumuzu koparıp alma içgüdülerine kapılabiliyoruz, neyi içimize aldığımızı fazla sorgulamadan, içimize aldığımızı sindirip kendimize katmadan tüketiyoruz...

Teknolojik imkanlar ile sürekli iletişiyoruz, iletişimsizlikten yakınıyoruz, yalnızlık çekiyoruz...
Bilgi bolluğu içindeyiz, okunacak çok şey arasında kayboluyoruz, bilgileri hayata geçirmekte zorlanıyoruz. Nasıl düşüneceğimizi, ne hissedeceğimizi belirlemekte, seçimler yapmakta zorlanıyoruz.

Enerjimizdeki değişimleri hissediyoruz, kendimizin ve bütünün yararına nasıl kullanacağımızı kestiremiyoruz. Binlerce yıldır insanlığa benzer durumlarda yol göstermiş kadim öğretilerle ve onları takip eden örneklerle doğru kavuşmalar yaşayana dek farklı türde bedeller ödüyoruz.
Fiziksel yaşantımız için gereksinimlerimizden fazlası bin bir çeşitlilikte bize satılmaya çalışılıyor, üretmekten, yaratıcılığımızı kullanmaktan vazgeçip, konformizm ve materyalizmin tüketim ağına düşüveriyoruz.
Değerlerin alt-üst olduğu, madde ve ruh arasında gel-gitler yaşamaktan yorulduğumuz, anlamsızlığa, tatminsizliğe düştüğümüz hallerin içinden geçiyoruz...

Aklımıza, duygularımıza, enerjimize mukayyet olmanın zorlandığı şartlar içinde, bizi doğrultacak doğru bilgilerle ve bunları paylaşabileceğimiz doğru ve iyi insanlarla karşılaşmanın "şanslı tesadüfler"e bağlı olduğu, yaşamı sürdürme mücadelesi verirken, erdemli ve ahlaklı olmakta, farkındalığımızı yüksek tutmakta zorlandığımız dönemlerdeyiz...

Bir çember düşünün, merkezi özünüz, ruhunuz, kalbiniz...
Çemberin içi siz, beninizin halleri, düşünceleriniz, duygularınız ve iç hayatınız...Çemberin dışı da dış hayatınız. Dışarıdaki güçlerin çağrılarına, kışkırtmalarına kapılıp merkezimizden uzaklaştığımızda o etkilerin çekimine kapılıyoruz, merkezkaç kuvvetinin etkisi artıyor. Kendimizi gerçekleştirdiğimiz bir hayat sürmeye zorlanıyoruz, kendi düşüncelerimizin, kalbimizin, ruhumuzun merkezinde kalamıyoruz.
Kendimizin ve diğerlerinin yaşam çemberlerinin, merkezlerindeki noktalardan yukarıya uzanan iplerle birbirine örülü bir sicim gibi, ruhlarımızdan birbirine bağlı olduğumuzu ve daha üst kaynaklardan aşağı indiğimizi unutuveriyoruz.

Bu dünyada doğru yaşamanın sırlarından biri, iç ve dış hayatın, maddesel ben ile tinsel benin dengesini kurmak, çemberin üzerinde devinen bir tekerlek gibi sürekli hareket halinde, ama dengede kalmak. Döngüsel zamanların, tarihsel olayların içinde deneyimler yaparken, yaşamı hareketteki bilgelik ile sürdürebilmek için, artan merkezkaç kuvvetlerini dengeleyen iç güçlerimizi de geliştirmekten başka çözüm yok.

Varoluşumuzun gerçek nedeni olan merkeze ağırlık verdiğimizde, yukarı doğru çapı gittikçe daralan bir spiral yolu takip ederek aynı dünyanın içinde yüksek bir şuur ve farklı bir realite ile ruhsal tekamülümüz için, diğerleri ile uyumlu bir birlikte yaşam içinde yaşayabiliriz. Basamakları tırmanmak, bilincin uyanışı, aydınlanma, yükseliş, iç rönesans... bunu anlatan diğer kavramlardan bazıları.

İşte bu nedenle;
İçsel yaşamı geliştirmeye her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuyoruz.
Kendimizi tanımaya, insan olmanın değerini anlamaya, yaşamın anlamını öğrenmeye...
Hayata geçirebileceğimiz, yaşama yön veren sade ve net fikirlere,
Sahip olmaya değil, var olmaya,
Güç ve enerji kaynaklarını dışarıda aramak ve onlara bağımlı olmak yerine, içimizdeki doğal güçleri aktive etmeye ihtiyacımız var.

İçten başlayan, kendimizle, özümüzle, çevremizdekilerle, doğa ile, dünya ile, evren ile belki de daha önce fark etmediğimiz kadar yeni iletişim şekilleri geliştirmeyi öğrenmeliyiz.

Öyle bir diyalog ki, hiç olmadığı kadar içten, kalpten, samimi, doğru, adil, iyi, faydalı, sade, açık ve net...yargısız, koşulsuz...

Öyle bir diyalog ki, ikili aklın yürüyüşündeki (dia-logos) adımlara takılmadan, (tez-antitez), içindeki ikilikleri birleştirip (sentez) üçüncü noktaya yükselten, doğru düşünce ile doğru davranışı birleştirmiş, Hakikat'e yönelmiş,

İçini dışına çıkardığın, yüzünü Öz'üne, merkezine çevirdiğin...

Öyle bir diyalog ki, aklının sesi ile kalbin nefesini birleştirmiş...
Öyle bir diyalog ki, kalabalık ve boş söz ve akıl oyunlarının ötesinde, duru, tamamlayan, ruhuna şifa veren...

Bir gece yürüyüşümde, iç diyalog hallerindeyken düşüvermişti zihnime:
"Olan bitenin içinde yaşarken daralmak, sıkılmak normal...ancak bunlar bizim duyumsamalarımıza verdiğimiz tanımlar... Olanların bizi götüreceği yol değil ve geçici...Bunu fark edince, bu hallere düşünce ne yapmamız gerektiğini sordum iç sesime...

Gelen cevap şuydu: 
"Yaşadığınız ve sevgi zannettiginiz sevgi şekillerinden daha farklı, tanımsız, şekilsiz kutsal bir sevgiye yürüyün...Sizlerin tekamülü için tüm bu olanlar, yaşadıklarınız..."

Dünyalık tanımlara sığmayan ve bu dünyada yaşanabilen başka türlü bir sevgiyi ve onun yeni dilini keşfetmeliyiz...Evrensel ve ezoterik sevginin...dillendirmeli...bedenlendirmeliyiz...özden sözlere akan, davranışlara yansıyan, eylemlerle onurlandırılan...İçsel ve tinsel farkındalıkla yaşanan...
Yeni insanın tohumlarını taşıyanları gebe bırakan...yeni doğuma hazırlayan. 

Sevgi birleştirir...Sevginin dili, dini, ırkı, cinsiyeti, ayrımları yoktur. 
Sevginin, aşkın tanımı yoktur ki...yaşarsın...akarsın...çoğalırsın...
Tanımlamaya çalışırsan, mukayese edersen, bölersin, ayrıştırırsın...Sevginin amacına karşı düşersin... 
Şartlar, koşullar koyarsan, sevgiyi hem uzaklaştırırsın kendinden, hem de sevginin dilencisi olursun. 
Sevgiyi dilinden düşürmemen, onu yaşadığın anlamına gelmez...

Titreşimin, bilincin düşükse, o planda, o düzeyde yaşarsın sevgiyi, artık "sevgi" değildir zaten, bağımlılığa dönüşür...sonra da bağımlılıktan sıkılır, özgürlüğünü kaybettiğini hissederek sevgiye küsersin, bazen diğerlerini incitirsin, incindim dersin, aslında hep kendini ve kalbini incitirsin... 
"Kalbim kırıldı" dersin, doğrudur, Birlikten gayrı düştüğün için kalbin sana dargındır. 

Sevginin yeri kalp makamıdır, bilir misin ? 
Kalbin dilini bilir misin ? Kalp nasıl konuşur dinledin mi hiç ? 
Hiç durmadan atar...yaşamın için kalbine minnet duyarsın...
Ritim verir, yaşamını sürdürmen için gerekli ölçüyü, düzeni bildiren bir metronom gibi...

Kalp atışını ne sağlar düşündün mü hiç ? 
Sen yapmazsın, kendiliğinden çalışır, kontrol etmezsin, edemezsin... 
Kalbinin ritmindeki ufak bir değişiklikte zayıflığını ve içinde varolan senden daha yüce güçlerin varlığını idrak ediverirsin. Çemberin merkezindeki noktanın yukarıda bağlı olduğu güçlerden akan enerjiyi hissedersin. Evrende ve çevrende hareket eden, yaşayan her şeyin nabzında atan, senin kalbinde de yerleşmiş bir iç motor vardır...Ana rahmine düştüğünde beyninden önce gelişen, sevgi ile atan kalbindir...Seni kendi ruhuna ve dairenin merkezindeki noktayı üst halkalara bağlayan.   

Sevgi, çok yüksek bir enerjidir, gökseldir, maddesel oluşumlara can verir, içlerini doldurur ama onların içine sığmaz... 
Sevginin yeri kalp makamıdır, ruhsallığında gizlidir insanın. 
Ölümsüz ruhunun takip etttiği o ışıklı yolun içinde, oradan kalbine akıveren ışk, adına aşk dediğimizdir belki de...
Yolda olmak, yolculuğu sürdürebilmek için, kökenlere, birliğe geri dönebilmek için bizi kaynağa çeken, yükselten, büyük bir enerji, büyük bir güç...Coşku veren, her hücrende duyumsadığın yaşama isteğinin kaynağı olan....

Hücrenin içindeki çekirdeğin çevresini kaplayan, yaşamı besleyen enerji sıvısı "protoplazma"ya benzer sevgi... Evrende galaksilerin doğduğu uzay sıvıları gibi, yumurtanın beyazı gibi...
İnsanın da çekirdeğini besler sevgi... Özleri buluşturur. 
Hücre kelimesi için botanikte kullanılan eşsiz bir kelime var: "Göze"
Halk dilinde bir diğer anlamı da, suyun çıktığı yer, kaynak...  
"Her gözemizde özümüz saklı."  
Sevginin şifalı suları ile büyüyecek, yeni insan doğmayı bekliyor içimizden.  

İçimizden başlayan bir uzlaşma, içten bir kucaklaşma, birleşme gerek bize. 
Bilgi ve sevgi harmanı ...
Nedenleri anlamak için bilgi, öğretilere uygun doğru yaşam için istek ve sevgi...
Bilmeyi sevmek ve sevmeyi bilmek.
Bunları birleştirecek anahtar kendimizde.

Öyle bir bilgi ve öyle bir sevgi ki, ilim demişler ona, Hikmet...Hakikat'e yol açan
Doğru olan, yükseğe taşıyan, bilmekten geçip olmaya götüren,
İnsanın görüşünü, duyumsayışını değiştiren, bakışını, gülümseyişini aydınlatan...

Aklımız ile kalbimizi, bilgi ile sevgiyi harmanlayacak bir iç diyalog, kendini bilme ilmi.

Büyük inisiye filozof Platon diyaloğu ikili aklın yürüyüşü olarak tanımlamıştır. Bir başkasından önce insanın kendisiyle iç konuşmasıdır. Arzuların peşindeki dünyevi akıl (kamamanas) ile tinsel varlığına bağlı sezgisel aklı (manas), maddesel ben ile üst benin konuşmasıdır. İnsanın kendi iç Hocası ile yaptığı diyalog içinden geçilirken farkındalık gelişir. Aslında ruhun bildiği ama bizim unuttuğumuz bilgiler yeniden hatırlanır. Sokrates'in kullandığı mayeutik (doğurtma) yöntemidir. İnsanın kendi ebeliğini yapmasına, iç doğumunu gerçekleştirmesine yarar.

Kendi içimizde bu yöntemi uygulayabilmemiz için önce "Kendimizi tanımalı, iç Hocamızı bulmalı, dışarıya kulak vermekten duymadığımız iç konuşmacı Sessizliğin Sesi'ne kulak vermeyi öğrenmeliyiz. İç yürüyüşümüzü yoldan ayrılmadan sürdürebilmek, karanlık labirentimizde kaybolmamak, nefsin tuzaklarına düşmemek için, aklımızı kadim öğretilerin sunduğu doğru bilgiler ile doğrultmalı, ayırt etme (vivekha) erdemini geliştirmeli, kalbimizi arı ve sevgiye layık mertebede tutmalıyız.

Bize ayna tutacak diğer canlarla, ruhsal kardeşlerle birlikte olmaya da ihtiyacımız var. Tecrübelerimizi, niyetlerimizi, umutlarımızı, ışığımızı, kalplerimizi birleştirmek için... Yeni tohumların emin ellerde gelişmesi ve yeni doğumlar için, sevgi ile sarmalanmış, erdemler ile korunan bir ruhsal ortama...

"Işık ver, karanlık kendiliğinden dağılır" der bir filozof.
Vermek için kendimizi bulmak, cevheri ortaya çıkarmak lazım,
Aldıklarını kendine katıp ışığa dönüştürmek lazım,
Verilen tüm nimetlere şükredip, aldıklarına layık olmak için verme dengesini kurmak lazım,   Diğerlerinin düştüğünü gördüğünde, onlara duyduğun koşulsuz aşkla, gönülden hizmet etmek lazım..

Mevlana der ki:"Sevgini vermesini öğren. Çünkü gönlün anlasın ki hepsine yer varmış. Sevgisiz insandan dünya, unutma ki korkarmış." 

Kendimizi sevmenin, diğerlerini sevmenin yeni dilini öğrenmeliyiz...
Sevginin yeni dilini keşfedelim, Işık dilini öğrenelim,
Dile getirmek istediklerimizi, kafamızdan değil, kalbimizden çıkartalım.
Sözlerin, gözlerin ötesindeki özlere dokunalım,
Enerjimizi sevgiyle ve sevgiye dönüştürelim.

"Bizi birleştiren şeyler ayıran şeylerden daha fazla." İskenderiyeli Hypatia

Uğur Başak Arpacıoğlu, 01.10.2015, Moda 

Yaz mevsiminden yaptığım taze hasadı içimden toplarken sizlerle paylaşmak niyetiyle döküldü bu satırlar. Bildiğimiz dili kullanarak ancak bu kadar getirebildim kelimelere, kusuruma bakmayın... 

Özdemir Asaf'ın söylediği gibi : Tüm dünyayı kucaklamak istedim, kollarım yetişmedi. 

Sevgilerimle