Bir sabah Arthur, hasır yatağından kalktığında, Merlin'in karşıdaki mağaradan baktığını gördü.
“Kötü bir rüya gördüm” diye mırıldandı Arthur. "Dünyada bir tek ben kalmıştım. Benden başka kimsenin olmadığı ormanlarda ve yollarda dolaşıyordum."
“Rüya mı?” dedi Merlin. “O bir rüya değildi. Sen gerçekten de dünyadaki son insansın.”
“Ama bu nasıl olur?” diye sordu Arthur.
“Dünyadaki tek insanın, en son insan olduğunda da hem fikiriz değil mi?”
“Evet.”
“O zaman, insanların gelecekte ego dedikleri sana ait ben imajı'ndan bakarsak teksin.”
“Bunu nasıl söyleyebilirsin? Sen ve ben burada birlikteyiz, değil mi? Ve binlerce insanın yaşadığı köy ve kasabalardan geçtik.”
Merlin başını salladı. “Kendine dikkatlice bakarsan nesin ki? Deneyimlerini sürekli anılara dönüştüren bir yaratıksın.” “Ben” dediğinde, kendine özel geçmişini kimsenin paylaşamayacağı bir deneyimler yığınından bahsediyorsun.
“Anılar kadar özel bir şey olamaz. Sen ve ben birlikte yürüsek de, ayrı yollardan yürüdük. Bir çiçeğe seninle aynı deneyimi paylaşarak bakamam. Tek bir gözyaşı ve gülüş bile gerçekten bir başkasına verilemez.”
Merlin konuşmayı bitirdiğinde Arthur hüzünlü bir şekilde baktı ve "Sanki herkes yapayalnızmış gibi konuştun" dedi.
“Ben değil” diye yanıtladı Merlin. “Ego’dur seni yalnız kılan. Seni, kimsenin giremeyeceği bir dünyaya bağlar. Öğrencisinin endişelendiğini görünce sesini yumuşattı. Ama gene de ego bir kenara bırakılabilir. Benimle gel. Kalktı ve çocuğu mağaranın dışına, hala yıldızlarla dolu alacakaranlığa çıkardı.
“Sence şu yıldız ne kadar uzaklıktadır”? dedi Sirius yıldızını göstererek. Yazın ortaları olduğundan Sirius parlak bir şekilde ufukta belirmişti.
Bilmiyorum. “Ölçebileceğimden veya hayal edebileceğimden daha uzaktır herhalde” diye yanıtladı Arthur.
Merlin başını salladı. “Uzaklık yok. Şunu düşün: Yıldızı görmen için ışığının gözüne girmesi lazım, değil mi? Işıklar, görünmez bir köprü varmış gibi sürekli buradan oraya akıp dururlar. Yıldız, ışıktan başka nedir ki? Eğer ışık hem orada, hem burada, hem de aradaki köprüde ise, seninle yıldız arasında ayrılık yok demektir. Her ikiniz de tek bir ışık alanının parçalarısınız.”
“Ama çok uzakta görünüyor. Nihayetinde onu gökyüzünden sökemem” diye karşı çıktı Arthur.
Merlin omuz silkti. “Ayrılık yalnızca bir yanılsamadır. Benden ve diğer insanlardan ayrısın çünkü egon, hepimizin yalnız ve soyutlanmış olduğu görüşünü benimsemiş durumda. Ama seni temin ederim ki eğer ego’yu bir kenara bırakırsan, hepimizin sınırsız bir ışık alanı olan bilinçle çevrelendiğini göreceksin. Her düşüncen, bedenindeki hücrelerle birlikte, engin bir ışık okyanusundan çıkıp tekrar ona döner. Var olan her şeyin arkasındaki görünmez köprü olan bu bilinç alanı her yerdedir.”
“Yani diğer insanlara da ait olmayan hiçbir şeyin yoktur; ego'nun zannettiklerinin dışında. Senin yapacağın ego'yu aşmak ve bu evrensel bilinç okyanusuna dalmaktır.”
Arthur düşünceli bir şekilde baktı. “Söylediklerini düşünmem gerekecek.”
“Pekiyi, sen düşün” dedi Merlin esneyerek. “Benim uykum var.” Büyücü ılık ve
rahat mağaraya girmek üzere döndü.
Ego, deneyimleri seçme ve geri çevirme görevini üstlenmiştir. Sonuç olarak, reddettiği şeylerle arasında bir boşluk yarattığından dolayı soyutlanmaya neden olur. Siz ve reddettiğiniz şey arasında uçurum vardır. Sizinle benim aramda da uçurum var çünkü aynı deneyimleri yaşamamayı seçtik; ego'larımız ayrı.
Aslında, aynı şeyleri paylaşmanın tam anlamıyla mümkün olabileceğini düşünmeyiz. Ne ben sizin duygularınızı, korkularınızı, arzularınızı, hayallerinizi paylaşabilirim, ne de siz benimkileri. Yapabileceğimiz en iyi şey iletişim köprüleri kurmaktır ki genelde bunlar pek dayanıklı olmazlar. Doğumunuzdan itibaren en kişisel şeyleriniz, anılarınız, deneyimleriniz sizi yalnızlığa ve soyutlanmaya iter.
Ancak majisyen hiçbir zaman soyutlanmamıştır çünkü ego, onun dünyaya bakışını etkilemez. Ego ile, kişisel, paylaşılamaz benlik duygusu kastediliyor. Merlin bir keresinde Arthur'a "Becerebilirsen beni unutmaya çalış" dedi.
“Ne?” dedi Arthur şaşırmış bir halde. “Seni hiçbir zaman unutamam; ve unutmak da istemiyorum.” Merlin'in bir şekilde kendisini istemediğini düşünerek endişelendi. “Beni unutmak mı istiyorsun? diye sordu.”
“Ah, elbette” diye yanıtladı Merlin. “Görüyorsun ya, dost olmamızı istiyorum. Seni anımsadığımda aklıma ne gelir? Gerçek sen değil, ölü bir imaj. İşte hafıza bundan ibarettir; bir zamanlar yaşayan şey, ölü bir imaja dönüşür. Eğer seni her gün unutabilirsem, ertesi gün yeni bir sen görmek üzere uyanırım. İmajlardan sıyrılmış gerçek seni görürüm.”
Ego'yu bir kenara bırakmak demek, anıları bir kenara bırakmak demektir. Bu gerçekleştirildiğinde, insanlar artık soyutlanmazlar. Kişisel zihnimiz, dünyaya gözetleme deliğinden bakıyor gibi farkındalığımızı sınırlar. Majisyenin dünyasında herkes aynı evrensel bilinci paylaşır. Bu bilinç, hep akış halindedir ve tüm düşünceleri, tüm duyguları, tüm deneyimleri bağrına basar. “Bir kişi olduğun sürece" diye tembihledi Merlin, "okyanusta bir damla gibisin. Evrensel bilincin parçası olduğunda ise tüm okyanussun.”
“Bir damla, okyanusta eriyip yok olmaz mı?” diye sordu Arthur.
“Hayır; bir birey, bilinç okyanusunun deneyiminde bile kaybolmaz” diye Arthur 'u temin etti. Aynı anda hem kendin, hem de her şey olabilirsin. Bu, gizemli gelebilir ama böyledir."
Hepimiz bizi tanımladığından dolayı anılara tutunuruz. Ama ayrılık ve soyutlanmaya bir son vermek istiyorsanız, anıların sahte olduğunu görmeye niyetli olmanız gerekir. İyi bildiğiniz birini ele alalım; kocanız veya karınız, bir arkadaş veya kardeş. Onu zihninizde canlandırın ve bu kişi hakkında gerçekten neleri bildiğinizi sorun kendinize. Göz rengi, kilo, meslek ve adres gibi önemsiz şeyleri eleyin. Bunların yerine en kişisel özellikleri, hoşa giden ve gitmeyen şeyleri, en canlı anılarınızı ve ilişkilerinizi düşünün.
Bu çalışmayı bitirdiğinizde, bu kişinin doğru bir portresini çizdiğinizi zannedebilirsiniz. Ancak anımsadığınız her şey hafızanızdan gelir, bu yüzden de açıklamanız sizin kişisel bakış açınızdır. Aynı kişi, başka bir bakış açısından tamamen farklı olarak tasvir edilebilir. Sizin hoşunuza giden bir şeyden başkaları hoşlanmayabilir, sizin için anmaya değer bir şeyi başkası tamamen unutabilir.
Tanımlamanızdaki her şeyin göreli olduğunu anlamak için çok uzağa gitmenize gerek yok. Sizin uzununuz bir başkasının kısası veya vasatı olabilir. Ağır, hafif olarak görülebilir, açık tenli koyu, dostluk düşmanlık olarak, vs. algılanabilir. Aslında kişiyi değil, kendi bakış açınızı tanımlıyorsunuz.
Dahası bu kişiyle yaşadığınız deneyimlerin sadece size ait olması, tanımlamalarınızı daha da size özel kılıyor. Eğer bir başkası hakkında bildiğinizi sandığınız her şey dolaylı olarak sizinle ilgili ise, hafızanın soyutlamaya yaradığı ortadadır. Kimsenin giremeyeceği izolasyon kabukları yaratarak, tamamen olmasa da, dünyayı kendi kişisel görüşümüze göre parçalara ayırırız.
Bakış açımız tamamen göreli olduğundan, gerçek olduğu söylenemez. Gerçek, bir bakış açısına dayalı değildir; o yalnızca vardır. Çoğumuz, kendi özel dünyalarımızda yaşarız ve gerçekle pek temasa geçmeyiz. Duyular yanılsamada yaşar; büyücü ise gerçekte yaşar. Gerçeğin temel doğasını keşfetmek için anılar perdesinin ardına bakmak gerekir.
Dr. DEEPAK CHOPRA
Büyücünün Yolu
Kendini tanıma yolculuğunda bir seyir defteri . . . Be flex Life in flux . . . As above so below . . . So be Love ! . . . "Aşağıda olan yukarıda olan gibidir, yukarıda olan da aşağıda olan gibidir , hepsi birlikte tek bir şeyin mucizesini gerçekleştirirler." Hermes Trimegistus
25 Ağustos 2017 Cuma
27 Temmuz 2017 Perşembe
Cesaret mi esaret mi ?
Gün Aydın.. Uyandınız mı ?
Insanoğlu alt hayvani doğasını terbiye etmedikçe geçiş zamanlarında yoğun, ağır karmik acılarımızla tavlanarak acılar vasıtasıyla kıyam edeceğimizi birçok kutsal kitap, öğreti uygarlıklar boyunca söylediler, insana tekamülündeki tek engelin bencilliği, kibiri ve korkularına zincirlenmiş egosu olduğunu vurguladılar....
Ilgili bazi sembolleri tekrar hatırlayalım :
Atın üzerine oturan şövalye, insanın, alt benliğine hakim olmasını...Göksel irade kılıcından akan gücü liyakatle yeryüzüne kanalize edişini anlatır. Aynı mesajın farklı bir ifadesi olan ve bir çok uygarlıkta yer alan dört hayvan unsuru üzerinde yerleşen insan başlı Sfenks sembolünü de araştırıp birleştirmelisiniz. (Dört element, ďört yön...)
Ilgili bazi sembolleri tekrar hatırlayalım :
Atın üzerine oturan şövalye, insanın, alt benliğine hakim olmasını...Göksel irade kılıcından akan gücü liyakatle yeryüzüne kanalize edişini anlatır. Aynı mesajın farklı bir ifadesi olan ve bir çok uygarlıkta yer alan dört hayvan unsuru üzerinde yerleşen insan başlı Sfenks sembolünü de araştırıp birleştirmelisiniz. (Dört element, ďört yön...)
4 At, yeryüzündeki insanlık evrimindeki 4 insan soyu... 7 Mühür insanlığın evriminde geçmekte olduğu alt bilinç basamakları ile ilişkilidir.. Alt bilinçlilik basamaklarında geride bırakmadıklarımız ( halının altına süpürdüklerimiz) nedeniyle daha üst basamaklara yükselemeyiz.. Üst basamakların raflarındaki kitapların kokularını alabiliriz ancak öğretileri hayata geçirmedikçe, zihinle ulasilan bilgi davranışlara, eyleme dönüşmedikçe kendimiz basamakları çıkamayız...( bu nedenle hep bir bastona veya ele desteğe ihtiyac duyarız.) Evrensel yasalar nizamında çıkmış sayılmayız... Bu da bizlere Sisifos mitosunu hatirlatti değil mi ?
Benzer öğretiler Tasavvufta dört kapı sembolleriyle aktarılmıştır.
Biz insanoğulları Kova çağı'nın şafağında olduğumuzu zannetmemize rağmen yeryüzündeki tekamül sürecinde bugüne kadar o dört basamakta geride bırakmadıklarımızın bedelini ödemek, kefaretini yaparak dengelemek ve kıyam etmek durumunda kalıyoruz.. Yoğunlaştırılmış bütünleme sınavlarına alınmış gibi...
( Varlıksal spritüel boyutta insanlık bir ailedir, bir birliktir, bir ünitedir, birbirine ruh bağları ile bağlı ve birbirinden sorumludur.. sen, ben, o yoktur ki, neden onun sınavını ben veriyorum diyebilesiniz...)
İçimizdeki o bencil arzular ölmedikçe, mal mülk tutkumuz ölmedikçe, rekabet hissi, açgözlülük ölmedikçe, kıskançlık, fitne, fesat, dedikodu, yalanlar, korkular, öfke, diğer canlılara değer vermemek bitmedikçe, haset, ayrımcılık vb kusurlardan arınmadıkça, yıkıcı negatif etkileri paylaşıp yayarak, bitmek bilmeyen konuşmalarla hayattan, dışımızdaki herkesten çözüm talep edip, hayat okulunun öğretim metodunu anlamış çalışkan talebeler olmadıkça, kendimiz düğümlerimizi, köleleştiren zincirlerimizi çözmedikçe nasıl dirilebiliriz ki ?
Kadim Tibet Bilgelik kitabı Sessizliğin Sesi'nde Madam Blavatsky şöyle aktarır : "Geçmiş tecrübelerin tüm hatırasını içinde öldür, arkana bakma yoksa kaybolursun."
Uyanmak yetmiyor, yükselmek ve GÖK ile YER arasındaki BİRLİĞİ KORUYAN örnekler olmak, sağlam köprüler inşa etmek gerekiyor...Farklı ülkelerden, inançlardan, renklerden oluşan bir GÖKkuşağı gibi..
Bir Özbek atasözü şöyle der: "Bir adam köprü kurar, bin adam geçer."
Bilginin DOĞRU yönünü ( Doğru=Dharma'ya, Yasa'ya uygun, evrensel doğru) tayin etmeye ihtiyaç var. Bilgi sizi nereye götürüyor, sizi nasıl hissettiriyor, hayat enerjinizi yükseltiyor mu, azaltıyor mu dikkat ediniz..
- Ki ağırlaşıp maddenin ve kör nefsin koyu bataklık girdabına çekilmeyelim , kendi yarattığımız materyalizm canavarının pençesinde, yine kendi yarattığımız ve besleyip büyüttüğümüz korkular, psikolojik salgınlar, zihinsel depremler, sisli psişik fantaziler ile akıl ve ruh sağlığımızı kaybetmeyelim..
- Ki ağırlaşıp maddenin ve kör nefsin koyu bataklık girdabına çekilmeyelim , kendi yarattığımız materyalizm canavarının pençesinde, yine kendi yarattığımız ve besleyip büyüttüğümüz korkular, psikolojik salgınlar, zihinsel depremler, sisli psişik fantaziler ile akıl ve ruh sağlığımızı kaybetmeyelim..
"Bilgi aklın ışığıdır"..der Orhun yazıtlarında... O kendi yarattığımız madde mağarasında ve içimizdeki gölgelerin temsili olan sahte güçleri, kırık aynalardan okuduğumuz yanlış bilgileri gerçek zannetmeyelim...Doğru bilgileri kılavuz tutalım, bilincimiz kendi öz kütüphanemize erişene dek..
Size yardımcı rehberlere bilgi kanallarına saplanmayın hiçbir şeye ve kişiye bağımlı olmayın...öğrendiklerinizi içselleştirin, Sonsuz Zihne bağlı yaratıcı düşünce gücünüzu kullanin, uygulayın... yürümeyi öğrenme sürecinde yaptığınız gibi kendi ayaklarınızın üzerinde durana kadar...
Bilgi güçtür.... ancak doğru amaçlar için kullanıldığında...
Gücü hissetmek güzeldir ancak kendi gücünüzü doğurmak emek ister çaba ister...
Geçici güç veren şeyler egoya tuzaklar kurar ve bilinci sinsice zayıflatır...alışkanlık yapar...Yüzüklerin efendisi veya kılıçların şövalyesi olmak kolay değildir...
Göksel doğama ilk uyanışımı ezoterik felsefe çalıştıkça bilinç parçalarım puzzle gibi birlesmeye başlayınca hatırladığım çocukluk rüyalarımda buldum. Beş altı yaşlarındaydım...uykuya dalmadan önce hayal kurar uzaydan dünyaya bakardım... Farkĺı hayatlara...bir yanda doğan bebeklere ve sevinenlere, diğer yanda ölenlere ve üzülenlere...birbirlerinden farklı hallerdeki insan kardeşlerime...sonra hepsinin elele tutuşup mutlu olduklarını hayal ederken uyuyakalırdım...
Felsefe semboloji mitoloji çalışmalarında derinleştikçe diğer bilimleri de ezoterizmiyle çalışmaya başladım... Enerji çalışmalarına da yillarca spor yaptıktan sonra Tai chi ve chigong ile kanalize etmeyi öğrendim.... Göksel doğayı, aşağıdakini anlamak için yukarıdaki evrenin işleyişini merak ettiğimde de yıldızların dilini ezoterik astroloji çalışmaya başladım.
Sağlam ve doğru temeller üzerinde bilgilerin karılması ve enerji harcıyla yer ile göğü birleştiren basamaklar yükselebilirdi ve çocukken hayallerimdeki bakış açısıyla bakabilirdim...
Gözlerimize karanlık gibi görünen evrendeki öğretilerin insana sır olan perdesini aralamak için bilgilerimi tamamlayan astroloji ile yazım tamamlanıyor gece güne devrilirken... Evrenin her köşesinde evrim deveran icinde devam ederken...
Size yardımcı rehberlere bilgi kanallarına saplanmayın hiçbir şeye ve kişiye bağımlı olmayın...öğrendiklerinizi içselleştirin, Sonsuz Zihne bağlı yaratıcı düşünce gücünüzu kullanin, uygulayın... yürümeyi öğrenme sürecinde yaptığınız gibi kendi ayaklarınızın üzerinde durana kadar...
Bilgi güçtür.... ancak doğru amaçlar için kullanıldığında...
Gücü hissetmek güzeldir ancak kendi gücünüzü doğurmak emek ister çaba ister...
Geçici güç veren şeyler egoya tuzaklar kurar ve bilinci sinsice zayıflatır...alışkanlık yapar...Yüzüklerin efendisi veya kılıçların şövalyesi olmak kolay değildir...
Felsefe semboloji mitoloji çalışmalarında derinleştikçe diğer bilimleri de ezoterizmiyle çalışmaya başladım... Enerji çalışmalarına da yillarca spor yaptıktan sonra Tai chi ve chigong ile kanalize etmeyi öğrendim.... Göksel doğayı, aşağıdakini anlamak için yukarıdaki evrenin işleyişini merak ettiğimde de yıldızların dilini ezoterik astroloji çalışmaya başladım.
Sağlam ve doğru temeller üzerinde bilgilerin karılması ve enerji harcıyla yer ile göğü birleştiren basamaklar yükselebilirdi ve çocukken hayallerimdeki bakış açısıyla bakabilirdim...
Gözlerimize karanlık gibi görünen evrendeki öğretilerin insana sır olan perdesini aralamak için bilgilerimi tamamlayan astroloji ile yazım tamamlanıyor gece güne devrilirken... Evrenin her köşesinde evrim deveran icinde devam ederken...
Dane Rudhyar şöyle der : "Evren içiçe geçmiş bütünlerden oluşur. Bir bütün içinde bir başka bütün, onun içinde bir başka bütün. Bir insan, bizim gezegenimiz, güneş sistemi, galaksi –bunların hepsi daha büyük bir bütünün içindeki bütünlerdir. Hepimiz bir amaçla, daha büyük bütünün temel bir ihtiyacını yanıtlamak üzere doğduk.
Astroloji bu amacı bulmamıza, kendimizi ona uyarlamamıza, bütünleşmiş kişilikler olmamıza, içimizdeki potansiyelleri gerçekleştirmemize yardım eder. Bu potansiyeller doğumdan itibaren içimizde –meşe palamutunun içindeki bir meşe ağacı olma potansiyeli gibi- tohum olarak mevcuttur. Eninde sonunda, amaç daha büyük bütünle bağımızı fark etmek, onu gerçekleştirmek ve kendimizi bu bütüne adamak, insanlığa hizmet etmektir.
Astroloji bu amacı bulmamıza, kendimizi ona uyarlamamıza, bütünleşmiş kişilikler olmamıza, içimizdeki potansiyelleri gerçekleştirmemize yardım eder. Bu potansiyeller doğumdan itibaren içimizde –meşe palamutunun içindeki bir meşe ağacı olma potansiyeli gibi- tohum olarak mevcuttur. Eninde sonunda, amaç daha büyük bütünle bağımızı fark etmek, onu gerçekleştirmek ve kendimizi bu bütüne adamak, insanlığa hizmet etmektir.
“Astrolojinin esas ve zorunlu amacı ... Yol üzerinde ne ile karşılaşacağımızı söylemekten ziyade, onunla nasıl karşılaşmamız gerektiği ve bu karşılaşmanın temel nedeni hakkında fikir vermektir. Bütün bir insan olma yolunda, içimizdeki hangi niteliğin, ne tür bir gücün belirli bir aşamadan geçmesi gerektiğini söyler.”
“Olaylar bizim başımıza gelmez, biz onların başına geliriz. Eğer kaldırımda yürürken bir adamın kafasına bir tuğla düşerse, bu, adamın sorumluluğudur. Adam tuğlanın düşme alanına girmiştir. Adam tuğlanın başına gelmiştir, çünkü o bilinçli bir bireydir. Tuğla ise evrensel doğanın küçük bir parçasıdır.”
“Bize ne oluyorsa, onun olması gerekir. Her kriz bir meydan okumadır, her astrolojik transit veya hareket dönüşüm, arınma ve genişleme için fırsat sunar. Astrolojinin hüneri bu eşikte bize neyin yaklaştığını anlamamızda yardımcı olmaktır. Astrolojinin değeri danışanın kendisini kabullenmesine ve şimdi olan biteni veya olup bitmiş olanı anlamasına yardım etmektir." Dane Rudhyar
"Kehanetin ana işlevi geleceği söylemek değil, onu inşa etmektir.” Joel A. Barker
Başımızı dik tutalım...asilikle ve ego tuzaklarına düşerek değil...İç asalet ve Gerçek üst doğamızı gerçekleştirmekten veruhumuza layık olmaktan doğacak enerjiyle...
Saygı ve sevgilerimle
BA
27.07.2017.... saat 07.07 suları
Yeldeğirmeni Istanbul
Resim : Rafael'in Saint Georg ve Ejderha
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)