Topraktaki madenlere benzer insanın özündeki
cevherler.
İnceden inceye uğraşarak o madeni topraktan ayırmak gerekir.
Bir bahçıvan gibi...
Nefisle mücadeleden amaç budur, nefsi tortularından süzmek,
özünü meydana çıkarmak ve insani nefis haline getirmektir. Ekilen bir tohumun
üzerine taş gibi engeller gelirse büyüyemez. Ancak ayıklanırsa o bitki sıhhat
bulur ve güzel bir gıda olur. Her insanda ekilmiş nice tohumlar vardır. Bu
manevi tohumların büyümesi için nefsi terbiye etmek, perdelerini açmak, hayvani
sıfatlardan kurtulmak gerekir.
İnsan bilincinin yükselebilmesi ancak nefse muhalefet
etmesiyle mümkündür. Ruhun esâreti nefsin hürriyetidir. Nefsin istek ve
arzularına hakim olmadıkça ruhu diriltmek mümkün değildir. Nefsin işgali
altındaki ruh ya hastadır ya da canlı cenazedir. Mücadele yapıldıkça, nefis
azar azar küçülür, kuvvetten düşer.Ancak nefis ne kadar zayıflarsa zayıflasın,
küçülürse küçülsün, ancak sıfatını değiştirir. Mesela aslansa kedi olur, sinek
olur. Her zaman tehlikelidir ve korunmak gerekir. Ne kadar küçülse de yine de
tehlikelidir, eylemlerini sürdürmek ister.
Ruh ve nefis iki ordu gibidir, devamlı mücadele
halindedirler. Hangi taraf ne kadar alırsa orası onundur. Hepsini alırsa işgal
eder, diğerini esir alır. Aydınlanmanın ışığı ise Venüs yıldızı gibidir, nefsin
karanlığını deler geçer. Birliğin tohumu insanın her yanına dallanmıştır ve onu
kaplamaktadır.
Kendisi ile dargın olanı önce kendisi ile barıştırmak
gerekir. Çünkü onun nefsi ile ruhu çoktan arayı açmıştır. Kendi kendisi ile
barıştırılmazsa, Hakikat'e ulaşmaya imkan kalmaz. İki şey birbirine yapışık
olursa araya başka bir şey giremez, ara açılırsa herşey o mesafeyi
doldurabilir.
Nefis terbiyesine verilen
güzel bir örnek buğday tanesidir. Bir buğday tanesi toprağa düştüğü zaman önce
çürür, varlığı yok olur. Sonra filiz verir, birçok başak yetiştirr. Olgunlaşıp
başını eğince biçilir. Harmanlarda atların ayakları altında, makinelerde
haddelerin arasında çiğnenir. Taneleri ve samanları ayrılır. Buğday ambara,
saman samanlığa konur. Bütün bunlara rağmen buğdayın işi bitmez. Değirmene
götürülerek taşların arasında ezilir ve un haline gelir. Bu kadarla da bitmez,
su ile yoğrulup hamur olur. Sonra fırına atılır. Şiddetli ateşler içinde uzun
zaman yanar ve pişer. Güzel bir ekmek haline gelir. Ancak bundan sonradır ki
faydalı bir gıda haline gelmiştir.
Ekmek fırına girip piştiği
gibi, insan da imtihanlardan geçerek pişer ve olgunlaşır.
Başak Arpacıoğlu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder