1 Haziran 2014 Pazar

İlahi Mahkeme ve Muhakeme

“İlahi mahkeme” adında sade ve derin bir meseli hatırladım bugün yine…
Bir kavramı tefekkür ederken derinliğine, benzerleri düşer zihnime, koyarım hepsini kalbime, harmanlandıkça içimde, açılsın gizli anlamları gül bahçesine.

Mahkeme...Hüküm...Tahakküm...Mahkum...Hakem...
Muhakeme...Hakim...Hekim...Hikmet

h-k-m kökünden gelen ve anlam açısından sıkı ilişkileri olan kelimelerdir ve hepsinde “doğruyu eğriden ayırt edebilme, kötülüğün engellenmesi ve iyiliğin elde edilmesi, mevcudatın hakikatına vakıf olma, sıradan insanlardan daha derin bir bilgiye sahip olma, bu bilgisi ile iş görebilme” gibi anlamlar saklıdır.
Hkm kökenli kelimeler 'batıl'ın zıddı olarak tarif edilen Hakk kökünden türemiştir ki, Hakikat’e uygunluk içerir.


İLAHİ MAHKEME
Bir adam ölmüş ve öbür dünyada yargılanmak üzere sırasını bekliyormuş. Sıra kendisine gelip mahkeme salonuna girdiğinde bir de ne görsün?
Yargıç kürsüsünde bir insan oturuyor.
Tanık sandalyesinde ise Tanrı yerini almış.
Adam şaşkın,
“Aman Tanrım, bu nasıl oluyor? Beni senin yargılayacağını sanmıştım. Oysa orada hakim olarak bir insan oturuyor.”
Tanrı gülümsemiş,
“Ben hiçbir zaman sizi yargılamadım. Sonsuz sevgimle, ne yapmayı seçtiyseniz, sizi seçiminizde özgür bıraktım. Bana yargılamak değil, sevmek yakışır. Çünkü ben saf sevgiyim. Sizi kendimden yarattığım için sizi yargılamak kendimi yargılamak olur. Ayrıca benim yargılamama ne gerek var ki? Her şeyi bilen ben sadece burada tanıklık ediyorum. Dünyada olduğu gibi burada da insanlar tarafından yargılanıyorsunuz. Birazdan salonu hayattayken, senin zarar verdiğin, hoşgörülü davranmadığın, yargıladığın, kalplerini kırdığın insanlar dolduracak. Onlara kendini affettirmeye çalış. Onlar seni affederse ne ala. Çünkü cennetin yolu onların affından geçiyor.” demiş.
Adam merakla sormuş: “Peki ya affetmezlerse ne olacak?
”Tanrı yine sevgiyle gülümsemiş,
“Ben cenneti de, cehennemi de yeryüzünde yarattım. Seni tekrar yeryüzüne göndereceğim. Orada öyle bir yaşam süreceksin ki, tüm yaptığın kötülükler, verdiğin zararlar sana aynen yaşatılacak. Yani ettiğini bulacaksın. Ama bunun amacı sana ceza vermek değil. Sadece o insanların hissettiklerini bizzat yaşayıp anlaman, yaptığın kötülüklerin bilincine varman. İşte o zaman sen kendini affetmiş olacaksın.”
Adam bir süre düşünmüş, “Peki, cennet nasıl bir yer?” diye sormuş Tanrı’ya.
“Cennet, bir yer değil, bir bilinç düzeyidir evladım. Dünyada mutlu, huzur ve sevgi dolu, insanlara destek olmaktan haz duyan, yarattığım canlı ve cansız her varlığa saygı göstermeyi bilen insanlar var ya, işte onlar, dünyada cenneti yeniden yaratmaları için geri gönderdiğim cennetliklerdir. Cennet de dünyadan başka yerde değil.” demiş Tanrı.
“Ama kutsal kitap bana öyle öğretmedi.” diye karşı çıkmış adam.
“Kutsal olan tek şey yaşamdır. Ben o kitapları kutsal kılmadım. Siz kıldınız. Her şeye sevgi ile bakmasını bilerek yaşayan insan, en büyük ibadeti yapandır.” demiş Tanrı.
“Peki dünyaya döndüğümde doğru yolu görmemde yardımcı olacak mısın?” diye sormuş adam.
“Ben bunun için siz insanların içine “vicdan” denen bir pusula koydum. Eğer bu pusulanın etrafına ördüğünüz kalın bencillik duvarlarını yıkarsanız, vicdanınızın yani benim sesimi kolaylıkla işitebilirsiniz.”
“Peki biz insanlara ne kadar yakında bulunuyorsun?” diye sormuş adam.
“Hem size şah damarınızdan daha yakınım, hem de düşman olduğunuz kadar sizden uzağım.” demiş Tanrı. “Çünkü düşmanlarınız da Ben’im. Siz de Ben’im.”
"Yani mahkeme salonunda insanlara hiç mi hesap sormuyorsun Tanrı’m?”
“Sadece iki sorum oluyor tüm insanlara.” diye gülmüş Tanrı.

“Dünya okulunda ne kadar sevmeyi öğrendiniz?  Ne kadar bilgi kazandınız?”

SÖZÜN ÖZÜ :
Zihin ateş gibidir, özü kalbe bağlanıp doğası gereği göğe yöneldiğinde aydınlatır, paylaşıldıkça kendinden kaybetmeden çoğalır,
Bencil arzularla körüklendiğinde ise yakıp kavurur. İnsanı harap eder, yeryüzünü de cehenneme çevirir.

Kendi hakkımızı ararken diğerlerinin hakkını da koruyalım, Hakk’tan uzaklaşmayalım,  
Başkalarına haddini bildirme taşkınlığına kapılmadan, önce kendi Haddimizi bilelim,
Akıl gözünün karşıtlar (tez-antitez) ile çalıştığını unutmadan,
İkileyen şaşı gözden, gönül gözüne, Birlik özüne geçebilmek için yaşayalım,
Akıl yürütürken teraziye kalbi (gönül, fuad) koyarak,
Bilincimizdeki (nefs) sırat köprüsünde dengeyi bulalım,

Yaşamdaki dar yolumuzu “Aşk ve ilim” ile  doğru istikamete (sırat'ül müstakim) çevirelim de, nasibimizde Hikmet yolunda tekamül etmek olsun.

İbn Arabi “Hikmette son nokta” (El-Bulga Fi’l Hikmeh) adlı büyük eserinde der ki :
“Bil ki:  Hayat önce kalpte başlar, sonra onun aracılığıyla beyine sirayet eder.”
“Canlı varlığın bedeninde kalp ne ise alemde de Güneş o konumdadır.”
“Halil gibi ateşe girmedikçe Hızır gibi hayat suyuna ulaşamazsın.”

ve büyük filozof Ebu Ali Hüseyin b. Abdullah b. Sina’dan bir alıntı yapar:

“Nefsi ilimlerle süsle ki yükselesin,
Her şeyin evi olan küllü göresin
Nefis kandildir, akıl ise ateştir
ve Allah'ın hikmeti de yağdır
Aydınlandığı zaman bil ki yaşıyorsun
Sönüp karardığında ölüsün artık."



B’aşk, gÖZtepe, İstanbul, 01.06.2014 



28 Mayıs 2014 Çarşamba

Yeni Ay İkizler'de...Hoşgeldin Merkür (Hermes) Bakalım ne diyor Aşık Veysel bu hallere

Kulak ver sözüme dinle arkadaş!
Uyma lak lak edip gülüşenlere!
Meşgul eder seni işinden eyler,
Karışırsın tembel, perişanlara

Adım at ileri, geriye bakma!
Bir sağlam iş tut, elden bırakma!
Saçma sapan sözler, hep delme takma,Allah'ın yardımı çalışanlara!

İleriyi gören, geriye bakmaz!
Tuttuğu işi elden bırakmaz!
Allah cömert ama ekmek bırakmaz,
Oturup geçmişi konuşanlara!

Maziye karışmış yıllarda, ayda!
Geçmişi konuşmak, sağlamaz fayda!
Gören göze ibret vardır her işte!
Seyret gökyüzünde yarışanları!!

Aşık Veysel


10 Mayıs 2014 Cumartesi

Sır Mı Sır

Bilmediğinin bilinir olması 
Bilinirin bilinmez olması olası 

"Ey Asklepius, Mısır’ın, gökyüzünün imajı ve buradaki yansıması, gökte hükmedenin düzeni olduğunu görmemezlikten mi geliyorsun?
Buna rağmen kesinlikle bilmen gerekir ki:
Bir zaman gelecek ki Bilgelik Mısırı, eski meskenini, yeryüzünü terk edecek ve gökyüzüne dönecek; o zaman o kadar çok mabetlerle kutsanmış bu toprak, mezarlar ve ölülerle kaplanacak.
Ey Mısır, Mısır!
Senden geriye, daha sonrakilerin hiç bir şey anlamayacağı belirsiz hikayeler ve senin inançlarını anlatan taşlar üzerine kazınmış kelimelerden başka bir şey kalmayacak."
Thoth’un Kehaneti



Time must have a stop
But thought’s the slave of life,
and life is Time’s fool,
And Time, that takes survey of all the world,
Must have a stop.
William Shakespeare

4 Mayıs 2014 Pazar

İnsan NEY'dir ...Ney bendir

Ney sesine kulak verdin mi hiç ? 

İnsanı bu dünyadan alan bambaşka yerlere götüren, ruhu arındıran, dinginleştiren, huzur ve hüzün veren neyi dinlerken musikinin sadece kulaklarına değil, gönlüne, ruhuna dolduğunu, her zerrene işlediğini duyumsarsın. 

Mevlana’nın felsefesinde ney, “insan-ı kâmil” in sembolüdür ve aşk derdini anlatmadadır. Benzi sararmış, içi boşalmış, bağrı dağlanarak delikler açılmış, ancak Yüce Yaratıcı’ nın üflediği nefesle hayat bulan, tıpkı insan gibi geldiği yere özlem duyan ve delik deşik olmuş sînesinden çıkan feryâd ve iniltileri ile insanlara sırlar fısıldayan bir dosttur.
Bu sebeple ney, Mevlevîlerce kutsanmış ve “nây-ı şerîf ” diye anılmıştır.

Neyin yedi deliği insanın yedi katlı doğasıyla ve dokuz boğumu insanın ana rahminde geçirdiği dokuz ayla ilişkilendirilmiştir.

Ney ve arif insan arasında şu benzerlikler vardır: 
Neyden âşıkane sesler çıkar, arif olan insan da âşıkane sözler söyler. Neyin sesi ve ariflerin sözleri dinleyenlerin aşkını arttırır. 
Neyin hüneri görünen cisminde değil içindedir. Ariflerin de üstün özellikleri içindedir. Neyin boyu doğru ve düzgündür, ariflerin de huyu. 
Neyin içi boş, yalnız aşkın nefesiyle doludur, arifler de kin ve nefretten uzaktır, kalbi Tanrı aşkı ile doludur. 
Ney kendiliğinden ses çıkarmaz, bir üfleyicinin nefesine muhtaçtır, arif de bir silsile içinde bağlı bulunduğu mürşit ile aynı sesi çıkaran saz gibidir. 

İslam inanışına göre Bezm-i Elest denilen mecliste Tanrı ruhları yarattıktan sonra “Ben sizin Rabbiniz değil miyim? ” diye sorar. Ruhlar “ Evet, Rabbimizsin! ” diye cevap verir. Bu, sonsuz coşku dolu, ruhun hazların ve mutlulukların da üzerinde olduğu; Tanrı ile beraber olduğu zamandır. Daha sonra ruh, varlık alemine gönderilir. Ruhun varlık alemine gönderilmesi, aslında kopuş, ayrılıştır. Tıpkı ana rahmindeki bebeğin ağlayarak doğması gibi.

Ruh dünyada bilerek veya bilmeyerek sürekli aslını arar. Kendini hapsolduğu bedensel zevklere zaman zaman kaptırsa da ızdırabı yaşadığı sürece bitmez. Nihayet takdir edilen sürenin sonu, ölüm; aslına dönüş, vuslattır. Mevlana ölümü kavuşma olarak bilir. Ardından gelenler onun öldüğü geceyi “şeb-i arus”, yani gelin gecesi, düğün gecesi diye anmaktadırlar. 

İnsanın yaradılışı ve yaşam çilesi ile neyin kamışlıktan koparılması arasında derin bir benzerlik vardır. Kamış, sazlığındayken yeşerir, boylanır, sonsuz bir neşe içindedir. Kamışlıktan koparılınca kurur, sararır. Delikleri açılır ve o zamandan sonra feryat ederek aslını arar.

Neyzenin elinde dinleyenlere hasretini söyler:

1. Bişnev in ney çün hikâyet mîküned
Ez cüdâyîhâ şikâyet mîküned

Dinle, bu ney neler hikâyet eder,
ayrılıklardan nasıl şikâyet eder.

2. Kez neyistân tâ merâ bübrîdeend
Ez nefîrem merd ü zen nâlîdeend

Beni kamışlıktan kestiklerinden beri feryâdımdan
erkek ve kadın müteessir olmakta ve inlemektedir.

3. Sîne hâhem şerha şerha ez firâk
Tâ bigûyem şerh-i derd-i iştiyâk

İştiyâk derdini şerhedebilmem için, ayrılık acılarıyle
şerha şerhâ olmuş bir kalb isterim.

4. Herkesî kû dûr mand ez asl-ı hiş
Bâz cûyed rûzgâr-ı vasl-ı hîş

Aslından vatanından uzaklaşmış olan kimse,
orada geçirmiş olduğu zamanı tekrar arar.

5. Men beher cem’iyyetî nâlân şüdem
Cüft-i bedhâlân ü hoşhâlân şüdem

Ben her cemiyette, her mecliste inledim durdum.
Bedhâl (kötü huylu) olanlarla da, hoşhâl (iyi huylu) olanlarla da düşüp kalktım.

6. Herkesî ez zann-i hod şüd yâr-i men
Vez derûn-i men necüst esrâr-i men

Herkes kendi anlayışına göre benim yârim oldu. 
İçimdeki esrârı araştırmadı.

7. Sırr-ı men ez nâle-i men dûr nist
Lîk çeşm-i gûşrâ an nûr nîst

Benim sırrım feryâdımdan uzak değildir.
Lâkin her gözde onu görecek nûr, her kulakda onu işitecek kudret yoktur.

8. Ten zi cân ü cân zi ten mestûr nîst
Lîk kes râ dîd-i cân destûr nîst

Beden ruhdan, ruh bedenden gizli değildir. 
Lâkin herkesin rûhu görmesine izin yoktur.

9. Âteşest în bang-i nây ü nîst bâd
Her ki în âteş nedâred nîst bâd

Şu neyin sesi âteşdir; havâ değildir.
Her kimde bu âteş yoksa, o kimse yok olsun.

10. Âteş-i ıskest ke’nder ney fütâd
Cûşiş-i ışkest ke’nder mey fütâd

Neydeki âteş ile meydeki kabarış, hep aşk eseridir.

11. Ney harîf-i herki ez yârî bürîd
Perdehâyeş perdehây-i mâ dirîd

Ney, yârinden ayrılmış olanın arkadaşıdır. Onun makam perdeleri,
bizim nûrânî ve zulmânî perdelerimizi -yânî, vuslata mânî olan perdelerimizi- yırtmıştır.

12. Hem çü ney zehrî vü tiryâkî ki dîd
Hem çü ney dem sâz ü müştâkî ki dîd

Ney gibi hem zehir, hem panzehir; 
hem demsâz, hem müştâk bir şeyi kim görmüştür

13. Ney hadîs-i râh-i pür mîküned
Kıssahây-i ışk-ı mecnûn mîküned

Ney, kanlı bir yoldan bahseder, 
Mecnûnâne aşkları hikâye eder.

14. Mahrem-î în hûş cüz bîhûş nist
Mer zebânrâ müşterî cüz gûş nîst

Dile kulakdan başka müşteri olmadığı gibi, 
mâneviyâtı idrâk etmeye de bîhûş olandan başka mahrem yoktur

15. Der gam-î mâ rûzhâ bîgâh şüd
Rûzhâ bâ sûzhâ hemrâh şüd

Gamlı geçen günlerimiz uzadı ve sona ermesi gecikti.
O günler, mahrûmiyyetten ve ayrılıktan hâssıl olan ateşlerle arkadaş oldu 

16. Rûzhâ ger reft gû rev bâk nîst
Tû bimân ey ânki çün tû pâk nist

Günler geçip gittiyse varsın geçsin. 
Ey pâk ve mübârek olan insân-ı kâmil; hemen sen vâr ol!..

17. Herki cüz mâhî zi âbeş sîr şüd
Herki bîrûzîst rûzeş dîr şüd

Balıktan başkası onun suyuna kandı. 
Nasibsiz olanın da rızkı gecikti.

18. Der neyâbed hâl-i puhte hîç hâm
Pes sühan kûtâh bâyed vesselâm

Ham ervâh olanlar, pişkin ve yetişkin zevâtın hâlinden anlamazlar.

O halde sözü kısa kesmek gerektir vesselâm.

Mevlana Celaleddin-i Rumi , Mesnevi





16 Nisan 2014 Çarşamba

Dolu-n-ay

DOLUNAY  
Ay Dolun olmuş  
Gökte 
Kafam dolmuş 
Binbir düşünce 
Üşüşünce ... 
Ay tutulmuş  
Ben tutulmuş  
Düş’ünce 
Gökten 
Çok fazla düş’ününce 

B_Flex 
10.12.2011, 01:34
Dolunay, ay tutulması, ikizlerde  
Ay burcum ikizlerde ... 
Kafam kazan,  
Var mı kazan’an 
Ayrı düşünce? 

7 Nisan 2014 Pazartesi

TESLİMİYET

Yaşadığımız hayatların farkındalığı için, öğrenim ve deneyim alanı olan bu dünyada varoluş nedenimizi yerine getirebilmemiz için ruhumuzun kendini ve kökenini tanıma isteğine teslim olabilmemiz dileğiyle.

"Teslimiyet, biz vücut bulmadan önce ruhumuzla ettiğimiz hizmet yeminin tekerrürüdür." İnayet Han

KUMLARIN ÖYKÜSÜ

Uzak dağlardaki kaynağından çıkan bir ırmak, her çeşit coğrafi bölgeden geçtikten sonra, en sonunda çölün kumlarına ulaştı, ama diğer tüm engelleri aştığı gibi bu engeli de aşmaya çalışınca, kuma girdikçe sularının kaybolduğunu fark etti.

Yazgısının bu çölü aşmak olduğundan emindi, ama hiçbir yol bulamıyordu. Birden çölün içinden gelen gizli ses şöyle fısıldadı:
“Rüzgar çölü geçebilir, o halde ırmak da geçer.”

Irmak kendini kumun üzerinde attığını ama emildiğini söyleyerek karşı çıktı; rüzgar uçabiliyordu, bu nedenle çölü geçebiliyordu.

Fısıltı: “Kendi geleneksel yolunca hamle ederek öbür tarafa geçemezsin. Ya kaybolur gider ya da bataklığa dönüşürsün. Rüzgarın seni hedefine götürmesine izin vermelisin.”

Irmak: “Ama bu nasıl olabilir?” diye sordu.

Fısıltı:“Rüzgarın seni emmesine izin vererek.”

Bu fikri ırmak kabul etmedi. Daha önce emilip başka bir maddeye dönüşmemişti. Kendi kimliğini yitirmek istemiyordu. Bir kere yitirdikten sonra yeniden kazanıp kazanmayacağını nereden bilebilirdi?

Kum:  “Rüzgar bu işi yapar.” dedi. “Suyu alır, çölün üzerinden geçirir ve yeniden bırakır. Yağmur olarak yağıp, su yeniden ırmak olur.”

Irmak: “Bunun doğruluğundan nasıl emin olabilirim?”

Fısıltı: “Bu böyledir, ama eğer inanmıyorsan bataklıktan başka bir şey olamazsın ve bu bile yıllar alır, ayrıca ırmakla aynı şey değil.”

Irmak: “Ama bugün olduğum ırmak olarak kalamaz mıyım?”

Fısıltı: “Kalamazsın. Ama senin özün taşınıp yeniden bir ırmak oluşturur. Bugün bile bu adı taşıyorsun, çünkü hangi kısmının senin asıl parçan olduğunu bilmiyorsun.”

Bunu duyunca ırmağın düşüncelerinde bazı şeyler yankılanmaya başladı. Bir rüzgarın kollarında taşındığı bir zamanı anımsadı ve bunun yapılacak en aşikar şey, en doğru şey olduğunu anımsadı. Ve ırmak, buharını rüzgarın ona uzanan kollarına emanet etti; o da onu kolayca ve nazikçe yukarılara taşıdı. Kilometrelerce ötede, bir dağın doruğuna ulaşınca yumuşak bir şekilde bıraktı.

Irmak, deneyiminin üzerine düşündü: “Evet sonunda gerçek kimliğimi öğrendim.”

Irmak öğreniyordu ama kumlar fısıldadı:“Biliyoruz, çünkü her gün bunun olduğunu görüyoruz. Çünkü biz kumlar, ırmaktan dağa kadar uzanıyoruz.”

İşte bu nedenle, yaşam ırmağının yolculuğuna nasıl devam edeceği kumlarda yazılıdır denir.
...

Rüzgar kelimesinin etimolojik kökeni Farsça (ruzigâr) olup  zaman, devir, yel, yazgı, süre anlamlarını içerir.
“Her ne kadar ruh fikrinin nasıl ortaya çıktığı tartışmalı bir konu ise de bütün dünya dillerinde bu kavramı ifade eden bir terimin bulunması, bunun insanlık kadar köklü bir düşünce olduğunu göstermektedir. Genellikle ilkel toplumlar ruhun solukla aynı olduğunu sanıyorlar ve bunu da son nefesle birlikte ölüm olayının gerçekleşmesiyle kanıtlamaya çalışıyorlardı. Belki de bu yüzden her dilde ruhu ifade eden terimlerin etimolojisi  incelendiğinde bunların hava, rüzgar ve solukla yakın anlama geldiği görülür. Mesela Arapça olan ruh kelimesi rüzgar anlamındaki “rîh” ile, nefis de “nefes” ile aynı kökten gelmektedir. Sanskritçe’de “atman”, Grekçe’de “psikhe”, Latince’de “animus” kelimeleri ruhu ifade ettiği gibi hava ve rüzgar anlamına da gelmektedir. Fransızca ruh demek olan “esprit” Latince teneffüs anlamındaki “spritus”tan; İngilizce ve Almanca’da “soul” ve “seele” kelimeleri ise Gotik lehçesinde fırtına anlamına gelen “saivala”dan alınmıştır. İbranice’deki “nefeş” ve “ravah” kelimelerinin etimolojisinde hava ve rüzgar anlamı vardır.




30 Mart 2014 Pazar

KAYBETME KORKUSU

Bir insanı kazanamazsın,
Sahip olamazsın...
Bunu iyice bellersen
Kaybetmenin olmadığını anlarsın.

Sahip olamayacağın bir ruhu
Kaybetme ihtimalin de olmaz.

O’nunla ancak yoldaş olabilirsin
Zamansız, mekansız
Anlaşabilir, konuşabilir,
Kendini onda görebilirsin. 

Kazanmak olursa aradığın,
Arzularına ve sanrılara kapılır, 
Kaybetmekten korkarsın.
Korktukça sendeler yoldan çıkar
Kaybedersin hem onu, hem kendini

Kimseye sahip olunamayacağını bilirsen
Kaybetme ihtimalin de, korkun da yok olur.

Eksiklik kendi özümdedir dersen
Kazanın nefsin olur
Korkusuzca hiçliğe yürürsün
Aşk yolundan
Olmuş ve olacak OL'an
Seni kendine ve O'na döndürür.

B'aşk
05.02.2012,  03:50, Bostancı
Düzenlemeler: 30.03.2014, Göztepe