17 Mayıs 2016 Salı

Öz'lerin buluşması-3 "Kendini tanı" ile başlanır Sırrını keşfetmeye ayn'aların

Diyarlar gezdim,
Diyemem amma
Nice insanlarla yürüdüm
Ruhunun derinliklerinde ademin

Çocukluğumdan beri,
Diğerlerinin g'özlerinin içinden
B'akmayı sevdim yaşama
Öylece g'özledim nice alemin

Deneyimlerinden öğrendim
Duygularına, düşüncelerine,
Özlerine dokundum,
Ruhların bağlarından okudum

"Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı" sorusuna cevap oldum:
İnsanı okuyan öğrenmeyi de, gezmeyi de,
Sezmeyi de, sevmeyi de bilir,
Hayatın sırrına dokunur,

"Kendini tanı" ile başlanır
Sırrını keşfetmeye ayn'aların

Kısmetine hizmet et, ki,
Bahtın yar olsun,

Öz'gür olsun ruhlar bedenlerde
Ruhunun kanatları bilgelikten doğan aşkla açılsın.

Işık saçılsın alemlere,
Bakalım BİRlikte seyrine diyarların

Uğur Başak Arpacıoğlu
16.05.2016, Kadıköy 

Rüya gibi her hatıra, her yaşantı bana... 
Haydi gel benimle OL, oturup yıldızlardan bakalım dünyadaki neslimize...
Ev gibisi yok.. There is no place like home :) 

Mutluluk etimolojik kaynakları : 
Türkçe, Bahtiyar: baht+yar : Bahtı kendine sevgili (yar) olan, bahtı yardım eden, talihli  
Grekçe, Eudamonia: Zenginlik
Latince, Felicita: Refah,bolluk
İngilizce, Happen kök, Happy (talihli, zengin), Hapi (Nil Nehri taşkınlarını, bereketini yöneten doğa gücü, bir Mısır ilahiyeti)  

Diyar: ev, konut, memleket
Ayn: Göz, çeşme, su kaynağı, bir şeyin kendisi, zatı ve aslı gibi



Bende zincirlere sığmayan o deli sevdalardan 
Kızgın çöllerde rastlanmayan büyülü rüyalardan 
Kolay kolay taşınmayan dolu dizgin duygulardan 
Yalanlardan dolanlardan daha güçlü bir yürek var 

Haydi gel benimle ol 
Oturup yıldızlardan bakalım dünyadaki neslimize 
Ordaki sevgililer özenip birer birer 
Gün olur erişirler ikimize 

Uzanıp yüreğimin ateşiyle yeniden 
Yıldızları tek tek yakacağım 
Sarılıp güneşlere sevgimizle göklerden 
Mavi mavi taçlar takacağım ne olursun 

Haydi gel benimle ol 
Oturup yıldızlardan bakalım dünyadaki neslimize 
Ordaki sevgililer özenip birer birer 
Gün olur erişirler ikimize

Sezen Aksu, 1984

Söz: Aysel Gürel, Müzik-Düzenleme: Onno Tunç

12 Mayıs 2016 Perşembe

DUYUMSAMALAR…

Gözlerim dalıyor yine…Boşluğun içine…
Buğulanıyor gözlerimin önündeki Maya’nın yanılsama dünyası…Kalbimle gülümsüyorum.
Bu gözler dalıveriyor başka bir aleme… Orada uyanıyorum ve ruhum gülümsüyor...

İçimdeki sessiz kıpırtı "güven geleceğe, teslim ol'an'da" diyor…
"Çünkü biz size güveniyoruz, inanıyoruz." 

Kulağımın içinde kalp atışına benzer bir ses duyuluveriyor…başka farkındalıklara kapı açan tokmağın vuruşu gibi :

Rahimdeki fetüs gibi insanoğlu bu zamANlarda...
Sürekli değişim, dönüşüm içinde… 
Kendine neler olduğunu, buraya nereden düştüğünü, kimin düşü olduğunu bilmeden
Nereye doğacağını görmeden, gelişimini sürdüren…
Yeniden doğmaya hazırlanıyor, madde kozasının içinden... 

Rahman ve Rahim...  
Ve B’rahmin… 
Merhametle kucakla geleceğin çocuğunu  
O senden doğacak...ufuktan birazdan yükselecek "Doğan Güneş" gibi. 

B'aşk'la, Kadıköy'de, 12.05.2016

Brahma'nın kökeni "Brah"tır ve büyümek, sayı olarak çoğalmak anlamına gelir.
Rahman Kur’anda geçen Arapça olmayan kelimeler arasında sayılır. Rahman ve Rahim kelimelerinin kaynağını aldığı RHM kökü Akadca gibi antik diller başta olmak üzere birçok Ortadoğu, İran ve Hint dillerinde ortak kullanımlara sahiptir. Kelimenin hangi dilden kaynaklandığı ve diğer dillere geçtiği konusunda dillerin gelişim evreleri, tarih ve kronoloji bilimlerinden faydalanılabilir. Rahman, Rahim ve İbrahim gibi kelimelerin kökenleri konusunda bu kökten gelen kelimelerin eski dünya dillerinde meşhur ve yaygın olduğunu görüyoruz; Akadcada dölyatağı, rahîm (remu), merhamet eden tanrı (remânu), Aramice rahîm, merhamet (rhm), İbranîce rahîm, merhamet (raham), Hindçe iyilik tanrısı (Brahma) hep aynı kökten… Sevginin ve merhametin babası anlamına gelen Eb-Raham’ın bütün Sami dillerinde ve hatta Hindçede bile kullanıldığını görüyoruz. Buralardan evrilerek Arapçaya İbrahim olarak geldiği anlaşılıyor.
Rahman, Yaratıcı'nın en güzel isimlerinden ve sıfatlarından biridir. İbranî kökenli olduğu da ileri sürülen Rahman kelimesi; rikkat (sevecenlik), karşılıksız yardım iyilik, bağışlama, acıyıp esirgeme anlamlarına gelen "rahmet” kelimesinden türetilmiştir. Rahmetin en yüce derecesine sahip olan demektir. Yani rızıkları, ihtiyaçları ve her türlü iyilikleri bağışlama hususunda, rahmetini yarattığı varlıklardan hiç esirgemeyen demektir. 
Hz. İbrahim (as) M.Ö. 2000′li yılların başlarında yaşamış, üç göksel dinin ve bu dinlerin peygamberlerinin atası olarak kabul edilen peygamberdir. (Mısır'da Akhenaton) Doğduğu ve yaşadığı yerler hakkında üç dinin kitaplarında ve bilginlerin verdiği bilgilerde farklılıklar vardır. İslâmi kaynaklara göre Hz. İbrahim, Harran’da dünyaya gelmiş, sonra babası ile Babil’e gitmiştir. Harran, bilindiği gibi günümüzdeki Şanlıurfa ili sınırları içindedir.



28 Mart 2016 Pazartesi

Çektiğimiz acılarda bile zeki olmalıyız

“Ruhunun tüm acı çığlıklarını dinlemesine izin ver ve acı çekenin gözündeki gözyaşlarını sen kurutmadıkça tek bir acı yaşını güneşin kurutmasına izin verme. Ama yakıcı insan gözyaşlarının teker teker kalbine düşmesine izin ver ve onlara neden olan acı yok olana kadar kurulanmadan orada kalsınlar.”  
Sessizliğin Sesi, Tibet’in kadim bilgelik kitabı, HPB


Mevlana der ki; "Unutmayın dünyada yaşamıyorsunuz, dünyadan geçiyorsunuz." 

Ancak, "Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür." Yani, insan hafızası unutma özürlüdür. 

İnsan unutur...İnsan kökenlerini unutur, özündeki cevheri, neden dünyaya geldiğini, insanın ne olduğunu, insan olmanın ilahi doğasını unutur... Maddeyle ve nefsiyle imtihanlarını unutur, araçlarını geliştirmek için yaşar, kendini geliştirme amacını unutur, vazifelerinin neler olduğunu, tüm insanlığın ruhsal köklerinin bir olduğunu, nereden gelip nereye gittiğini, ruhsal tekamül için burada olduğunu unutur... 

Büyük insanlık tarihindeki iniş döngülerinde, değerlerin ve bilincin düşüşü iyice hızlandığında, insanlıktan uzaklaşmanın çığ etkisi öyle elim ve vahim sonuçlara neden olur ki, insan olduğunu unutanların sebep olduklarına şahit/şehit olanlar da unutma uçurumuna yaklaşabilirler... 

O halde hatırla: 

Unutmamak kin tutmak, öfkelenmek değildir, etkiye tepki vermek negatif karmamızı katlar... İnsanlığın ayıpları, özür dilemekle, bağırmakla, çığ'ırmakla, sadece üzülmekle telafi olmaz...
Karma yasası bozulan dengenin tazmini anlamına gelen eylem yasasıdır. Dengenin tazmini için İlahi Adalet bizden doğru eylem ister. 
Özü sözü BİR İNSAN olmamızı... 
Kalbimizin terazideki tüyden hafif olmasını…

“Ben yapmadım, o yaptı, on(lar)dan hesap sorulsun” dediğimiz durumlarda bile kötülüğün girdabına kapılmışların yerine doğru olanı yaparak telafi edecek dengeyi sağlamamızı ister… Çünkü onlar insanlık adına telafi yapacak bilinçte değiller...Çünkü farkındaysak bizler sorumluyuz. Bunu yapabilirsek ötesini İlahi Adalet'e gönül rahatlığıyla teslim edebiliriz.

İşte bu yüzden sırf bu yüzden...Karanlığa küfredeceğimize bir ışık da biz yakmalıyız. 
Zeki insan, kötülüğün sadece etkisini değil nedenlerini de iyileştirmeyi bilmelidir. Çektiğimiz acıda bile zeki olmalıyız. 

"Ey İnsanoğlu kendini tanı..."der tüm kadim öğretiler.

Unutmayalım, insan diğer canlılar içinde büyük bir ayrıcalığa sahiptir: Özgür irade ve seçim yapma gücüyle donatılmıştır. Özgürlüğümüzü insanın ve evrenin doğasına uyumsuz kullandığımızda negatif karma yaratır, kişisel ve kolektif acılara neden oluruz... 

Beşer şaşar ve şaştığında yolunu bulması için bedenine ve çevresine yerleştirilmiş doğa her zaman okunmaya hazır bir kaynaktır. İnsanlıktan önce de var olmuş olan ve şimdi de var olan ve sonsuza kadar var olacak olan Evrensel Yasalar, çıkışı gösteren zamansız rehberlerimizdir.

Evrensel doğa yasalarını çalışmalı, iyice anlamalı ve onlarla uyum içinde yaşamalı, özgür ve cüz'i irademizi külli iradenin bir parçası olduğunun farkındalığıyla kullanmalı...

Bir gün ateşlerden, karanlıklardan geçip yeniden küllerimizden doğacağız, ancak bunu nasıl yaşayacağımızı bugün bizler belirliyoruz, artan acılarla mı, artan farkındalıkla mı ? 
Kıyametlere neden veya seyirci olarak mı ? Kıyam ederek mi ? 

Bugün ektiğimiz karmik tohumlarla insanlığın geleceğinde hangi yeni imtihanlara neden oluyoruz ? İnsanlık sınavlarını hakkıyla vererek yaraları bir nebze olsun sarabiliyor muyuz ? 

İnsan unutur…ancak İnsanlığın Ruhu ve Büyük Hafıza unutmaz…

Yüzbinlerce belki de milyonlarca yıllar geçmiştir aradan, kıyametler kopmuş, tufanlar olmuştur… Telafi yasası mükemmel şekilde çalışmış ve benzer imtihanlarda bulmuştur kendini insanoğlu…

Bize verilen nimetler sadece bir yaşamı oluşturan iyi şartlar değildir, maddesel, fiziksel değildir, sahip olduğumuz nimetler; insan doğasının kudretleridir, erdemlerdir, iyilik, ölçülülük, doğruluk, adalet, basiret, sevgi ve bilgeliktir... 

Aldığımız nefese, kalbimizin atışına şükrediyoruz ama enerjimizi, bedenimizi, duygularımızı, düşüncelerimizi ne için kullanıyoruz ? Şu AN neye hizmet ediyoruz ? 
Ol'AN her şey içimizdekilerin dışarı yansımasıdır.

Farkındalığımızı, bilincimizi, insanlığı yeniden yükseltecek değerleri yeniden inşa etme gücümüzü ve birliği koruma kapasitemizi canlı tutalım. 
İnsanlığın ölmemesi için erdemleri yaşayalım, iyiliği yaşatalım, elden ele, gönülden gönüle, kuşaktan kuşağa aktaralım. 
Enerjimizi ilahi düzen ile uyum içinde kullanalım…

“Daha iyi bir insan ve daha iyi bir dünya için.” 
Doğrulalım, doğrultalım..
Doğrunun, Hakikat'in, Dharma'nın, Yasa'nın Yolunda

Uğur Başak Arpacıoğlu, 28.03.2016 , Kadıköy 

“Ey Lanu, bu Dünya, "Büyük Sapkınlık" adı verilen aldanış tarafından egona karşı tuzakların kurulduğu, Yol boyunca korkunç denemelerin olduğu, acı ve Keder Odası'dır.
(Büyük Sapkınlık Ruh'un veya Ben'in tek, evrensel BİR'den, sonsuz BEN'den ayrı olduğuna inanma cehaletidir.)


Ey cahil Lanu, bu yeryüzü, Hakiki Işık vadisinden önceki alacakaranlığa açılan kasvetli, karanlık bir giriştir, - o Işık ki rüzgar söndüremez, o Işık ki fitilsiz ve yakıtsız yanar."

Büyük Yasa şöyle der:
TÜM BEN'in bileni olmak için, önce BEN'inin bileni olmalısın." 

(Tattvajnani, insandaki ve doğadaki ilkeleri tanıyan ve ayırt edendir ve Atmajnani ATMA'yı veya Evrensel Olan'ı, TEK BEN'i tanıyandır. )
Sessizliğin Sesi, Tibet’in kadim bilgelik kitabı, HPB  









31 Aralık 2015 Perşembe

Sevme cesareti

2015’in sonlarına doğru akarken yaşam yolculuğumdaki seyrimden üç konu kaleme geliverdi bu gece:  
CESARET, SEVGİ VE İNSAN İLİŞKİLERİ
Bu vesile ile bir yılı diğerine d'evireceğimiz bu günde yaşamımda ruhuma dokunan, kader ağlarının ördüğü yaşam k'ilimime dokunan her bir eşsiz ruha bir kez daha teşekkür etmek istiyorum tüm kalbimle… Kusurlarımdan ve nefsime yenik düştüğümden dolayı incittiysem, üzdüysem öz’ür dilerim. 
Biliyorum,  hissediyorum, görüyorum ve yaşıyorum… Hepimiz birbirimize bağlıyız. Kalbimin her atışı, aldığım her nefeste duyumsuyorum … Bunu çok derinden hissediyorum…  İnsanlık ailemle ruhsal bağlarımın farkındayım çok şükür…  Işıktan ruhlar ile çevrili olduğum için, yaşamın yanıma koyuverdikleri için minnettarım… Şikayet, itiraz etmeden, koşul koymadan…

İnsanlar neden birlikte yaşar biliyor musun ?
Fiziksel, duygusal, zihinsel ihtiyaçlarını karşılamanın ötesinde,
Kendinde eksik olanları başkalarında tamamlamayı arar,
Bilmediklerini bilenlerle zenginleşir, 
Puzzle’ın parçalarını birleştirir gibi…
İnsan kendisinin sadece madde olmadığına uyandığında,
Kendi öz’üne gözünü açtığında,
İnsanoğlunun daha aşkın boyutlarını, ruhlarını fark eder.
Ve bu bilinçle titreşir hayatta aşkla…
Doğada tüm organizmaların dokulardan, dokuların da gözelerden oluşması gibi,
Her birimiz kendi ÖZ’gün varlığımız ve ÖZ’gür irademizle bütün bir insanlık ruhsal ailesinin birer gözesi olduğumuz için birlikte yaşarız, birbirimizi tamamlarız.

İnsan neden diğer insanlarla bağlar kurar biliyor musun ?
Hiç birimiz tastamam ve mükemmel olmadığımız için,
Kendimizi ancak başkalarının aynasında görebildiğimiz için,
Her birimiz birbirimizin farklı alanlarda Hocaları olduğumuz için,
Tek başımıza gücümüzün yetmeyeceği şeyleri birlikte yapabileceğimiz için,
Ve en önemlisi ;  
Ruhumuzun büyümesi için gerekli tek ve eşsiz güç Sevgi olduğu için.
Ruhun nasıl büyür ki başka ? Ne yemekle, ne içmekle, ne parayla, ne konuşmakla, ne düşünmekle büyümez ruh… Bunları bile ancak sevgiyle yaparsan anlam kazanır ve ruhuna değer.
Ruh sadece yüksek duygularla, soylu ideallerle, zamansız, kalıcı değerler nedeniyle erdemlerle hareket ettirildiğinde yücelir…
Ruhunun büyümesi için en iyi egzersiz beden kozan içinde yaptığın her işi severek yapmaktır...Yaşadığın her anda mevcut olmaktır… öğrenerek yaşamaktır… çevrende baktığın her şeyin özüne dalmaktır… her şeye rağmen yaşamayı sevmektir…kaderini sevmektir… yaşamın sırlarla dolu aynası önünden insan suretinde geçen diğer ruhları sevmektir. 
Böyle yaşarsan bilinç antenin yükselir, titreşimin ve ışığın artar... Bedenin yerde olsa da, ruhun sevginin kanatlarıyla yükselerek büyür. 

İnsanlar neden bağları yaşarken korkar biliyor musun ?
Bağlarını bağımlılıkla karıştırıp, bağlandığında kendi olmayı, ruhsal tekamülünü sürdürmeyi bilemediği için,
Kaybetme, zarar görme, terk edilme, özgürlüğünü yitirme vs vs korkularına kapıldığı için,
Ruhsal boyuttaki bağların asla kopmayacağını bilmediği için,
Sevgiyi aklileştirmeye çalışıp, sevginin tahtının kalp makamı olduğunu unuttuğu için,
İnsan nedir bilmediği, kendini tanımadığı için…

Benin içinde saklı Özbenini keşfetmezsen, nasıl BİZ olabiliriz ki ?
Kendinle, ruhunun huzurunda başbaşa kalamazsan, diğerleriyle başbaşa verebilir, cancana olabilir misin ?
Göksel bağlar… Senin ruhunu diğer insanların ruhuyla birbirine bağlar… oradan içinde yaşadığımız yuvamız Dünya Ana ve koynundaki hayvanlar, bitkiler, minerallere, oradan Güneş Sistemine, oradan Samanyolu galaksisine ve oradan da daha üst planlara… Ruhumuz Evrensel Ruh’ta köklenir… BİR’in içinde, birlik içinde.

Sen Adem, sevmeye cesaret et,
Dem dem, demlenerek daha derin hissederek,
Köklerinle bağlarını keşfet.
Ne kadar çok, koşul koymadan seversen, korkuların o kadar azalır.
Ne kadar çok seversen, o kadar sevilebilir olursun…
Özden ve derinden sev…
Köklerinden göklere kadaaaaaar titresin kalbin, ruhun…
Bunları yeni deneyimlediğin için farklı hissedebilirsin… Korkma bu duygudan.. O seni özgürleştirecek.
Değeriz her birimiz aşka
Yeter ki değerimizi bilelim..
Kadrimizi bilelim
Işık çoğalsın.
İnsan olmanın değerini vereceğimiz, yenilenme fırsatlarıyla ve farkındalıkla dolu bir yeni yıl dilerim hepimize,
2016'ya sevgiyle, umutla  MER-HA-BA,  yeni yılda tüm gönüllerde, Toprak Ana'nın cömert kucağında birarada yaşayan tüm ruhsal kardeşlerimin kalbinde kökenlerimize, Hakikat'e aşk olsun...Çünkü aşk güzelliği dünyaya getirmek isteğidir. 
Platon ruhların güzelliğe tırmanışını nasıl da güzel anlatır Şölen'de: “Bu dünyanın güzelliklerinden başlayacaksın, hiç durmadan, basamak basamak yüce güzelliğe yükseleceksin; bir güzel bedenden ikisine, ikisinden bedenlerdeki güzel ruhlara, sonra güzel bedenlerden güzel işlere, güzel işlerden güzel bilgilere, güzel bilgilerden de, sonunda bir tek bilgiye varacaksın; bu bilgi de, o tek başına var olan salt güzelliğe varmaktan, gerçek güzelliğin özünü tanımanın bilgeliğinden başka bir şey değildir. İnsanın salt güzellikle karşı karşıya geldiği an işte yalnız o an için insan hayatı yaşanmaya değer ! Günün birinde onu görürsen, hiçe sayarsın artık altınları, süsleri püsleri…İnsan, güzelliği her şeyden arınmış, katıksız olarak bir görebilse! İnsanın tenine, bedenine, rengine, daha bir sürü ıvır zıvırına bulanmış güzelliği değil, biricik görüntüsüyle özündeki derin güzelliğini ! "

Zihnimde çok güçlü bir imgelem var:  Gökten düşen damlacıklar gibi insan ruhları...
Gökte bir yerlerde bir yoğunlaşma ,
Çok çok yukarılarda içi doldukça ağırlaşan bir büyük damla
An gelir kopar oradan, hızla düşer maddeye,
O hızla maddeye çarpmanın etkisiyle bölünüverir milyarlarca damlacığa…
Biz insanların yeryüzüne saçıldığı gibi.
Dene, su damlacıklarını parmak ucunla nazikçe birleştir, göreceksin nasıl istekle yaparlar bunu… Birleşen zerrelerin güçleri artar ve tekrar akışa geçerler… Kaynağa doğru …
Sen ben değirmenlere karşı…akalım dereler gibi denizlere…
as above so below … be love
2012’de yazdığım bir şiir de yerini buluverdi tekrar :
B’AĞLAR
Bağımsız sevmek,
Ruhsal bağları yaşarken
Duygularına bağımlı olmadan
Kader ağlarının bilincinde

Bağımsız bağlılığı sürdürebilmek
Koşulsuz sevgiyi yaşayarak
Büyü'rken kalbin öz'gürce
Sevgiyle çoğalarak.

Tutkularla bağlanmadan,
Gelene gidene ağlamadan
Diğerlerine bel bağlamadan
Sevgiyle yaşamak.

Gökteki Bir'leşmeye doğru
Yerdeki ayrışmayı aşarak yürümek.
Yarışmadan, vuruşmadan, acelesiz.
Öz’ü’gür, beklentisiz

Ruhların göksel bağları nedeniyle
Yeryüzünde yoldaş olanlara
Cennet bağlarının aşk şarabından tatmak nasip olsun
Aşıkların yolları açık, rehberleri ışık olsun…
....
Kendinden başka kimseye
Sahip olunamayacağını bilirsen
Kaybetme ihtimalin de,
Korkun da olmaz
Uğur Başak Arpacıoğlu, Moda, 31.12.2015 

“Sevgi, bağları birbirine bağlayandır.” “Love is the bond of bonds.” Giordano Bruno

Değirmenler, Şebnem Ferah 


23 Ekim 2015 Cuma

Uyku tutmuyorsa...Titr'eşim

Uyku tutmuyorsa bunun pek çok nedeni olabilir...

Bioritmi ve uyku düzenini, epifiz (pineal) den salgılanan Melatonin ayarlıyor. Elektromanyetik dalga yoğunluğu arttıkça, melatonin salgılanması azalıyor.
Çevremizdeki elektronik aletlerden kaynaklanan elektro manyetik ışınımların da sağlığı olumsuz etkilediğini biliyoruz ve dillerde olan yaygın bilgi bu...
Biraz da bize söylenenler üzerine kendimiz biraz düşünelim...

Sağlığı olumlu etkileyen nedenlerden dolayı da uyuyamıyor olabilirsiniz...
Chi Gong gibi bilinçli yapılan ve frekans yükselten çeşitli çalışmalar ile de biyoelektromanyetik ışıma artar. Düzenli olarak yapılan Chi Gong egzersizlerinin, insanın elektrik, manyetik ve subsonik dalga yayma yeteneğini arttırdığı bilimsel olarak da kanıtlanmıştır. Ve bu çalışmalar neticesinde gerekli dengelenmeler yaşandığı, sağlık için gerekli enerjiler sağlandığı için daha az uyku ile veya daha farklı uyku düzenleriyle dinleniyor ve tazeleniyor olabilirsiniz.

Mikrokozmos olan bedenimizdeki EM ışımalar gibi, makrokozmostan, üzerimizdeki yıldızlı gökyüzünden de etkileniriz. Astroloji göksel bedenlerden yayılan elektromanyetik kuvvetlerin insanlar üzerindeki etkilerini de ele alır.

Elektro manyetik ışınım koşullara bağlı olarak dalga ya da parçacık davranışı gösterir. Dalga durumunda ışınım hızı (v) (ışık hızı)= dalga boyu λ (lambda) x frekansı (f).
-->Buradaki diagrama dikkatli bakarsak frekansımız yüksek olduğunda zamanı daha farklı kullanmaya ve algılamaya başladığımızı görebiliriz.

Parçacık (foton) olarak ele alındığında, her parçacığın dalganın frekansı ile ilişkili enerjisi vardır. E=hf . (h=Planck sabiti)
--> Frekansımız yüksek olduğunda enerjimiz de yükselir. 

Elektromanyetik dalga enerjisi “ışıyan enerji” olarak da adlandırılır.

Sevgiyle, aşkla yapılan her eylem, her çalışma huzurlu bir ışıma gibidir... 
Işıyan enerjiniz bol olsun.. 
ve "Tüm dünyalarda huzur olsun."

Uğur Başak Arpacıoğlu, 23.10.2015 
Moda, October raindrops mindwhoops

21 Ekim 2015 Çarşamba

Işımak...

Karanlık ve aydınlık da zihnin bir karşıtlığı…
Karanlığın ötesi aydınlık demek yetmiyor artık...
Aydınlık varsa karanlık da var demiş olursun...
Daha ötesine geçmeli 
Işığın niteliği değildir aydınlık-karanlık.
Işık başka bir kökten gelir... Işıma yapan bir güçten, enerjiden, ışktan..evreni var eden aşktan.

Sorulur: Bizi aydınlatan Güneşe rağmen uzay neden karanlık ?
Üzerine yansıyacağı bir madde olmadığında ışık bizim için görünür değil de ondan...sebebi dalgaboylarından...algısal sınırlardan.

Maddesel tezahür ile aydınlık algılanır, eşzamanlı olarak maddenin gölgesi de oluşur, yani karanlık.
Ben giderim o gider, arkamda tin tin eder...
Maddeye düştükçe bu düalite tekeri dönmeye devam eder…

Işık kaynağına ermek, ışımak gerek…
Daha az madde-bağımlı olmak... öz'gürleşmek...

Mayanın oyunlarından biri bu aydınlık-karanlık...
Ötesine geçmeli…
E=mc2...Maddeyi enerjiye geri dönüştürmeli...
Pişmek ve yanmak pervane misali..

ugurbasakarpacioglu, mod'a, 21.10.2015






1 Ekim 2015 Perşembe

Sevginin yeni dilini keşfetmeli...

Geçiş hallerindeki bir dünyasal zamandayız...
Kaosun arttığı, net görüşün azaldığı, her şeyin hızlıca belirip aniden kaybolduğu, zamanın sular seller gibi daha hızlı aktığı, nehrin iki yakasını birleştirmenin geriliminin arttığı bir dönemde yaşıyoruz.

Her planda açlık artıyor. Fiziksel, enerjetik, duygusal, düşünsel yoksunluk var, düşkünlük var.
Açlık nedeniyle bulduğumuzu koparıp alma içgüdülerine kapılabiliyoruz, neyi içimize aldığımızı fazla sorgulamadan, içimize aldığımızı sindirip kendimize katmadan tüketiyoruz...

Teknolojik imkanlar ile sürekli iletişiyoruz, iletişimsizlikten yakınıyoruz, yalnızlık çekiyoruz...
Bilgi bolluğu içindeyiz, okunacak çok şey arasında kayboluyoruz, bilgileri hayata geçirmekte zorlanıyoruz. Nasıl düşüneceğimizi, ne hissedeceğimizi belirlemekte, seçimler yapmakta zorlanıyoruz.

Enerjimizdeki değişimleri hissediyoruz, kendimizin ve bütünün yararına nasıl kullanacağımızı kestiremiyoruz. Binlerce yıldır insanlığa benzer durumlarda yol göstermiş kadim öğretilerle ve onları takip eden örneklerle doğru kavuşmalar yaşayana dek farklı türde bedeller ödüyoruz.
Fiziksel yaşantımız için gereksinimlerimizden fazlası bin bir çeşitlilikte bize satılmaya çalışılıyor, üretmekten, yaratıcılığımızı kullanmaktan vazgeçip, konformizm ve materyalizmin tüketim ağına düşüveriyoruz.
Değerlerin alt-üst olduğu, madde ve ruh arasında gel-gitler yaşamaktan yorulduğumuz, anlamsızlığa, tatminsizliğe düştüğümüz hallerin içinden geçiyoruz...

Aklımıza, duygularımıza, enerjimize mukayyet olmanın zorlandığı şartlar içinde, bizi doğrultacak doğru bilgilerle ve bunları paylaşabileceğimiz doğru ve iyi insanlarla karşılaşmanın "şanslı tesadüfler"e bağlı olduğu, yaşamı sürdürme mücadelesi verirken, erdemli ve ahlaklı olmakta, farkındalığımızı yüksek tutmakta zorlandığımız dönemlerdeyiz...

Bir çember düşünün, merkezi özünüz, ruhunuz, kalbiniz...
Çemberin içi siz, beninizin halleri, düşünceleriniz, duygularınız ve iç hayatınız...Çemberin dışı da dış hayatınız. Dışarıdaki güçlerin çağrılarına, kışkırtmalarına kapılıp merkezimizden uzaklaştığımızda o etkilerin çekimine kapılıyoruz, merkezkaç kuvvetinin etkisi artıyor. Kendimizi gerçekleştirdiğimiz bir hayat sürmeye zorlanıyoruz, kendi düşüncelerimizin, kalbimizin, ruhumuzun merkezinde kalamıyoruz.
Kendimizin ve diğerlerinin yaşam çemberlerinin, merkezlerindeki noktalardan yukarıya uzanan iplerle birbirine örülü bir sicim gibi, ruhlarımızdan birbirine bağlı olduğumuzu ve daha üst kaynaklardan aşağı indiğimizi unutuveriyoruz.

Bu dünyada doğru yaşamanın sırlarından biri, iç ve dış hayatın, maddesel ben ile tinsel benin dengesini kurmak, çemberin üzerinde devinen bir tekerlek gibi sürekli hareket halinde, ama dengede kalmak. Döngüsel zamanların, tarihsel olayların içinde deneyimler yaparken, yaşamı hareketteki bilgelik ile sürdürebilmek için, artan merkezkaç kuvvetlerini dengeleyen iç güçlerimizi de geliştirmekten başka çözüm yok.

Varoluşumuzun gerçek nedeni olan merkeze ağırlık verdiğimizde, yukarı doğru çapı gittikçe daralan bir spiral yolu takip ederek aynı dünyanın içinde yüksek bir şuur ve farklı bir realite ile ruhsal tekamülümüz için, diğerleri ile uyumlu bir birlikte yaşam içinde yaşayabiliriz. Basamakları tırmanmak, bilincin uyanışı, aydınlanma, yükseliş, iç rönesans... bunu anlatan diğer kavramlardan bazıları.

İşte bu nedenle;
İçsel yaşamı geliştirmeye her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuyoruz.
Kendimizi tanımaya, insan olmanın değerini anlamaya, yaşamın anlamını öğrenmeye...
Hayata geçirebileceğimiz, yaşama yön veren sade ve net fikirlere,
Sahip olmaya değil, var olmaya,
Güç ve enerji kaynaklarını dışarıda aramak ve onlara bağımlı olmak yerine, içimizdeki doğal güçleri aktive etmeye ihtiyacımız var.

İçten başlayan, kendimizle, özümüzle, çevremizdekilerle, doğa ile, dünya ile, evren ile belki de daha önce fark etmediğimiz kadar yeni iletişim şekilleri geliştirmeyi öğrenmeliyiz.

Öyle bir diyalog ki, hiç olmadığı kadar içten, kalpten, samimi, doğru, adil, iyi, faydalı, sade, açık ve net...yargısız, koşulsuz...

Öyle bir diyalog ki, ikili aklın yürüyüşündeki (dia-logos) adımlara takılmadan, (tez-antitez), içindeki ikilikleri birleştirip (sentez) üçüncü noktaya yükselten, doğru düşünce ile doğru davranışı birleştirmiş, Hakikat'e yönelmiş,

İçini dışına çıkardığın, yüzünü Öz'üne, merkezine çevirdiğin...

Öyle bir diyalog ki, aklının sesi ile kalbin nefesini birleştirmiş...
Öyle bir diyalog ki, kalabalık ve boş söz ve akıl oyunlarının ötesinde, duru, tamamlayan, ruhuna şifa veren...

Bir gece yürüyüşümde, iç diyalog hallerindeyken düşüvermişti zihnime:
"Olan bitenin içinde yaşarken daralmak, sıkılmak normal...ancak bunlar bizim duyumsamalarımıza verdiğimiz tanımlar... Olanların bizi götüreceği yol değil ve geçici...Bunu fark edince, bu hallere düşünce ne yapmamız gerektiğini sordum iç sesime...

Gelen cevap şuydu: 
"Yaşadığınız ve sevgi zannettiginiz sevgi şekillerinden daha farklı, tanımsız, şekilsiz kutsal bir sevgiye yürüyün...Sizlerin tekamülü için tüm bu olanlar, yaşadıklarınız..."

Dünyalık tanımlara sığmayan ve bu dünyada yaşanabilen başka türlü bir sevgiyi ve onun yeni dilini keşfetmeliyiz...Evrensel ve ezoterik sevginin...dillendirmeli...bedenlendirmeliyiz...özden sözlere akan, davranışlara yansıyan, eylemlerle onurlandırılan...İçsel ve tinsel farkındalıkla yaşanan...
Yeni insanın tohumlarını taşıyanları gebe bırakan...yeni doğuma hazırlayan. 

Sevgi birleştirir...Sevginin dili, dini, ırkı, cinsiyeti, ayrımları yoktur. 
Sevginin, aşkın tanımı yoktur ki...yaşarsın...akarsın...çoğalırsın...
Tanımlamaya çalışırsan, mukayese edersen, bölersin, ayrıştırırsın...Sevginin amacına karşı düşersin... 
Şartlar, koşullar koyarsan, sevgiyi hem uzaklaştırırsın kendinden, hem de sevginin dilencisi olursun. 
Sevgiyi dilinden düşürmemen, onu yaşadığın anlamına gelmez...

Titreşimin, bilincin düşükse, o planda, o düzeyde yaşarsın sevgiyi, artık "sevgi" değildir zaten, bağımlılığa dönüşür...sonra da bağımlılıktan sıkılır, özgürlüğünü kaybettiğini hissederek sevgiye küsersin, bazen diğerlerini incitirsin, incindim dersin, aslında hep kendini ve kalbini incitirsin... 
"Kalbim kırıldı" dersin, doğrudur, Birlikten gayrı düştüğün için kalbin sana dargındır. 

Sevginin yeri kalp makamıdır, bilir misin ? 
Kalbin dilini bilir misin ? Kalp nasıl konuşur dinledin mi hiç ? 
Hiç durmadan atar...yaşamın için kalbine minnet duyarsın...
Ritim verir, yaşamını sürdürmen için gerekli ölçüyü, düzeni bildiren bir metronom gibi...

Kalp atışını ne sağlar düşündün mü hiç ? 
Sen yapmazsın, kendiliğinden çalışır, kontrol etmezsin, edemezsin... 
Kalbinin ritmindeki ufak bir değişiklikte zayıflığını ve içinde varolan senden daha yüce güçlerin varlığını idrak ediverirsin. Çemberin merkezindeki noktanın yukarıda bağlı olduğu güçlerden akan enerjiyi hissedersin. Evrende ve çevrende hareket eden, yaşayan her şeyin nabzında atan, senin kalbinde de yerleşmiş bir iç motor vardır...Ana rahmine düştüğünde beyninden önce gelişen, sevgi ile atan kalbindir...Seni kendi ruhuna ve dairenin merkezindeki noktayı üst halkalara bağlayan.   

Sevgi, çok yüksek bir enerjidir, gökseldir, maddesel oluşumlara can verir, içlerini doldurur ama onların içine sığmaz... 
Sevginin yeri kalp makamıdır, ruhsallığında gizlidir insanın. 
Ölümsüz ruhunun takip etttiği o ışıklı yolun içinde, oradan kalbine akıveren ışk, adına aşk dediğimizdir belki de...
Yolda olmak, yolculuğu sürdürebilmek için, kökenlere, birliğe geri dönebilmek için bizi kaynağa çeken, yükselten, büyük bir enerji, büyük bir güç...Coşku veren, her hücrende duyumsadığın yaşama isteğinin kaynağı olan....

Hücrenin içindeki çekirdeğin çevresini kaplayan, yaşamı besleyen enerji sıvısı "protoplazma"ya benzer sevgi... Evrende galaksilerin doğduğu uzay sıvıları gibi, yumurtanın beyazı gibi...
İnsanın da çekirdeğini besler sevgi... Özleri buluşturur. 
Hücre kelimesi için botanikte kullanılan eşsiz bir kelime var: "Göze"
Halk dilinde bir diğer anlamı da, suyun çıktığı yer, kaynak...  
"Her gözemizde özümüz saklı."  
Sevginin şifalı suları ile büyüyecek, yeni insan doğmayı bekliyor içimizden.  

İçimizden başlayan bir uzlaşma, içten bir kucaklaşma, birleşme gerek bize. 
Bilgi ve sevgi harmanı ...
Nedenleri anlamak için bilgi, öğretilere uygun doğru yaşam için istek ve sevgi...
Bilmeyi sevmek ve sevmeyi bilmek.
Bunları birleştirecek anahtar kendimizde.

Öyle bir bilgi ve öyle bir sevgi ki, ilim demişler ona, Hikmet...Hakikat'e yol açan
Doğru olan, yükseğe taşıyan, bilmekten geçip olmaya götüren,
İnsanın görüşünü, duyumsayışını değiştiren, bakışını, gülümseyişini aydınlatan...

Aklımız ile kalbimizi, bilgi ile sevgiyi harmanlayacak bir iç diyalog, kendini bilme ilmi.

Büyük inisiye filozof Platon diyaloğu ikili aklın yürüyüşü olarak tanımlamıştır. Bir başkasından önce insanın kendisiyle iç konuşmasıdır. Arzuların peşindeki dünyevi akıl (kamamanas) ile tinsel varlığına bağlı sezgisel aklı (manas), maddesel ben ile üst benin konuşmasıdır. İnsanın kendi iç Hocası ile yaptığı diyalog içinden geçilirken farkındalık gelişir. Aslında ruhun bildiği ama bizim unuttuğumuz bilgiler yeniden hatırlanır. Sokrates'in kullandığı mayeutik (doğurtma) yöntemidir. İnsanın kendi ebeliğini yapmasına, iç doğumunu gerçekleştirmesine yarar.

Kendi içimizde bu yöntemi uygulayabilmemiz için önce "Kendimizi tanımalı, iç Hocamızı bulmalı, dışarıya kulak vermekten duymadığımız iç konuşmacı Sessizliğin Sesi'ne kulak vermeyi öğrenmeliyiz. İç yürüyüşümüzü yoldan ayrılmadan sürdürebilmek, karanlık labirentimizde kaybolmamak, nefsin tuzaklarına düşmemek için, aklımızı kadim öğretilerin sunduğu doğru bilgiler ile doğrultmalı, ayırt etme (vivekha) erdemini geliştirmeli, kalbimizi arı ve sevgiye layık mertebede tutmalıyız.

Bize ayna tutacak diğer canlarla, ruhsal kardeşlerle birlikte olmaya da ihtiyacımız var. Tecrübelerimizi, niyetlerimizi, umutlarımızı, ışığımızı, kalplerimizi birleştirmek için... Yeni tohumların emin ellerde gelişmesi ve yeni doğumlar için, sevgi ile sarmalanmış, erdemler ile korunan bir ruhsal ortama...

"Işık ver, karanlık kendiliğinden dağılır" der bir filozof.
Vermek için kendimizi bulmak, cevheri ortaya çıkarmak lazım,
Aldıklarını kendine katıp ışığa dönüştürmek lazım,
Verilen tüm nimetlere şükredip, aldıklarına layık olmak için verme dengesini kurmak lazım,   Diğerlerinin düştüğünü gördüğünde, onlara duyduğun koşulsuz aşkla, gönülden hizmet etmek lazım..

Mevlana der ki:"Sevgini vermesini öğren. Çünkü gönlün anlasın ki hepsine yer varmış. Sevgisiz insandan dünya, unutma ki korkarmış." 

Kendimizi sevmenin, diğerlerini sevmenin yeni dilini öğrenmeliyiz...
Sevginin yeni dilini keşfedelim, Işık dilini öğrenelim,
Dile getirmek istediklerimizi, kafamızdan değil, kalbimizden çıkartalım.
Sözlerin, gözlerin ötesindeki özlere dokunalım,
Enerjimizi sevgiyle ve sevgiye dönüştürelim.

"Bizi birleştiren şeyler ayıran şeylerden daha fazla." İskenderiyeli Hypatia

Uğur Başak Arpacıoğlu, 01.10.2015, Moda 

Yaz mevsiminden yaptığım taze hasadı içimden toplarken sizlerle paylaşmak niyetiyle döküldü bu satırlar. Bildiğimiz dili kullanarak ancak bu kadar getirebildim kelimelere, kusuruma bakmayın... 

Özdemir Asaf'ın söylediği gibi : Tüm dünyayı kucaklamak istedim, kollarım yetişmedi. 

Sevgilerimle